escort bursa - escort bayan - gorukle escort bursa escort - bayan escort gorukle escort bursa
adalar escort adana escort anadolu yakası escort ankara escort antalya escort arnavutköy escort ataşehir escort avcılar escort avrupa yakası escort aydın escort bağcılar escort bahçelievler escort bakırköy escort balıkesir escort başakşehir escort bayrampaşa escort beşiktaş escort beylikdüzü escort beyoğlu escort bodrum escort bursa escort büyükçekmece escort çanakkale escort çatalca escort diyarbakır escort düzce escort edirne escort elazığ escort esenler escort esenyurt escort eyüp escort fatih escort gaziantep escort gaziosmanpaşa escort güngören escort istanbul escort izmir escort kadıköy escort kağıthane escort kartal escort kocaeli escort konya escort küçükçekmece escort kuşadası escort malatya escort maltepe escort marmaris escort mersin escort muğla escort pendik escort rus escort sakarya escort sancaktepe escort sarıyer escort şile escort silivri escort şişli escort sultanbeyli escort tuzla escort ümraniye escort üsküdar escort yalova escort
Bugun...


Mustafa USTA

facebook-paylas
Coronavirüs ve İnsanın Değeri
Tarih: 27-02-2020 16:12:00 Güncelleme: 27-02-2020 16:12:00


Üniversite yıllarımızda, ekonomi hocamız anlatmıştı.

Uzakdoğu ülkelerinin birinde, kırsal bölgedeki bir hapishaneden, yakındaki başka bir hapishaneye mahkûm nakli yapılacakmış.

Mesafe fazla uzun olmadığı için, mahkûmların birkaç gardiyan nezaretinde yürüyerek götürülmesi kararlaştırılır. Mahkûmlar sıraya dizilir, sayılır ve yaya olarak yola çıkılır.

Birkaç kilometre ilerideki hapishaneye varıldığında, mahkûmlar teslim edilmeden önce başgardiyan son bir sayım yapılmasını ister. Fakat yapılan sayımda iki mahkûmun eksik olduğu görülür.

Yöre halkının meraklı bakışları arasında sayım birkaç kez daha tekrarlanır ama nafile, iki mahkûm yürüyüş sırasında firar etmiştir.

Başgardiyan biraz düşünür ve ilginç bir çözüm bulur.

Orada toplanan meraklı kalabalığı şöyle bir süzer ve gözüne kestirdiği iki kişi için, “Şunu, bir de şunu alın, kafileye ekleyin, atın içeri” der ve problemi çözer.

Suçu, sadece merakı nedeniyle orada bulunmak olan iki kişinin akıbetinin ne olduğu ise bilinmez.

Yaşanmış olan bu olay, size inandırıcı gelmeyebilir ama bu ülkelerde insanın taşıdığı değeri düşündüğünüzde, aslında sıradan bir olaydır.

Şöyle ki; suçsuz yere içeri atılan bu iki kişinin hakkını kim, hangi zeminde, nasıl arayacaktır? Sorunun cevabı yoktur.

***

Neden bu hikâyeyi anlattım?

Hatırlarsınız, koronavirüs hastalığı ilk ortaya çıktığında, bunun yılan ya da yarasa yemeğinden kaynaklandığı dile getirilmişti.

Hastalık küresel bir risk haline gelmeye başladıkça, hastalığın bulaşma ve korunma yolları kadar olmasa da, dünyanın geri kalanı, Çinlilerin neden yılan ya da yarasa yediğini merak etmeye başladı.

Evet, bilenler bilir, Uzakdoğu kültüründe insanların köpekten böceğe, yılandan fareye, yarasadan kurbağaya yemedikleri şey neredeyse yok gibi.

Cevabını aradığımız soru şu; ‘herkesin yediği normal gıdalar varken, bu insanlar acaba bu tür şeyleri neden yiyorlar?’

Genellikle sağlıklı olmak, dini sebepler, gençleşmek, cinsel gücü artırmak, ömrü uzatmak gibi gerekçeler ileri sürülse de bu yemek kültürünün, Uzakdoğu coğrafyasında çok acı hikâyeleri var.

Temel sebep; ‘yoksulluk ve açlık’

***

Evet, Çin tarihine baktığınızda, bu tür kitlesel açlık ve ölüm olaylarını görebilirsiniz.

Garip gelecek ama dünyanın geri kalan kısmına birçok şeyi öğreten Çin Medeniyeti, bu başarıyı, bazılarının iddia ettiğinin aksine, büyük oranda baskı, yokluk, kıtlık, açlık ve hatta ölümle inşa etmiştir.

Sadece Çin Seddine bakılması bile bu durumu anlamak için kâfidir. Neredeyse bütün Türkiye’yi saracak uzunluktaki bu seddin yapımı sırasında ölen kişi sayısı, yüzbinlerle ifade edilmektedir. Ama önemli olan duvardır, ölenler ise hanedanı ve yönetici eliti koruyan bu duvarın maliyetidir.

Çok eskiye gitmeye gerek yok, yakın döneme bakalım.

20. yüzyıldan (1900’lerden) itibaren Çin’in yaşadığı büyük kıtlık ve açlıklarda 1916-27, 1927-49 ve 1958-61) hayatını kaybedenlerin sayısı, 50 milyonun üzerindedir.

Komünist dönemin en popüler ismi Mao’nun ‘Büyük Atılım’ı sonucunda, resmi rakamlara göre 15 milyon, bazı çalışmalara göre 40 milyondan fazla insan, açlık sebebiyle hayatını kaybetmiştir.

Öyle ki insanların birbirlerini kaçırıp yedikleri, hatta mezarları açarak cesetleri çıkarıp yedikleri bile kayıtlara geçmiştir.

Prof. Nusret Fişek’in Özgür İnsan dergisinde yayınlanan Çin Halk Cumhuriyetinde Sağlık Yönetimi isimli makalesindeki şu bölüm dikkat çekicidir:

“Çin’de sık sık görülen kuraklık, sel ve tayfun gibi afetler, insanları açlıktan ölüme mahkûm ederdi. Bu dönemlerde bir avuç pirinç için adam öldürme, açlıktan ölmemek için insan eti yeme olağandı… Doğal felaket döneminde aileler yiyecek satın alabilmek için çocuklarını satar ya da öldürürlerdi…”

Hatırlarsınız, Japonların Çin’i işgal yıllarında çekilen Büyük Usta (IP Man) filminde, insanların ailelerini ve karınlarını doyurabilmek (bir avuç pirinç) için can verdiklerini anlatan sahneler vardır.

İşte bugün Çin’de bir gelenek olarak gösterilen ve değişik gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılan kedi köpek, yılan-fare, yarasa-akrep yemenin hikâyesi böyledir.

‘Hayatta kalabilmek, ölmemek için ne bulursa yemek!’

Garip olan Çin’de insanlar açlıktan ölürken, ambarlar tahılla doluydu ve ülke bir yandan da tahıl ihraç ediyordu. Ülkeyi yönetenler ise ‘insanların bir kısmının ölmesine izin vererek hayatta kalanların daha iyi şartlarda yaşayabileceğini’ söylüyordu.

Yani bütün mesele, insana bakış ve onun değeriyle alakalıydı!

Ama insanın değerinin neredeyse hiç olduğu, hatta bazen bu varlığın külfet/maliyet kabul edildiği yerlerde bu sonuçlar olağan karşılanabilir.

***

Unutmayın, bugün bizim yöresel olarak tanımladığımız pek çok yemeğin de aslında çok tatlı hikayeleri yoktur. Elde avuçta ne varsa onlardan yapılan ve bizim tarhana olarak bildiğimiz ‘dar hane’ çorbasından tutun da, farklı bitki ve otlardan yapılan nice yemekler, hep yoksulluk ve açlığın baskısıyla ortaya çıkmış arayışların eseridir.

Küçük yaşlarımda, muhacirlik yıllarını yaşamış bir nineden dinlemiştim. İnsanların bitki köklerini, domuz lahanası gibi sair otları, bitkileri yediğini, bunlardan yemek yaptıklarını anlatırdı.

***

Gelelim günümüze.

Bugün Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi, 2050 yılında ise dünyanın en büyük ekonomisi olacağı varsayılıyor.

Peki, komünist Çin, bu başarı hikâyesini nasıl yazdı dersiniz?

Hikâyenin kahramanları, geçmişte hayatta kalabilmek için yarasa ve yılan yiyen insanların torunlarından başkası değil.

Bazılarınca bir ‘mucize’ olarak sunulan bu başarı hikâyelerinin arkasında ise yine dram ve gözyaşı var.

Ekonomiye ‘fayda ve maliyet’ yaklaşımı üzerinden bakan, en yüksek faydayı en düşük maliyetle elde etmeye çalışan ‘kapitalist’ anlayışta insan sadece bir metadır, üretim faktörüdür.

İşte temelde emeğiyle bir üretim faktörü olarak değerlendirilen insan, Çin’de ucuz emek demektir.

Çin’de insanlar, emeğini, komprador burjuvaziye/girişimciye ve küresel şirketlere, yok pahasına satmak zorunda bırakılmaktadır.

Ortalama ücretin Türkiye’deki asgari ücretten daha az olduğu Çin’de, bu emeğin bir de kayıt dışında kalan kısmı var. Ve bu insanların büyük kısmı, karın tokluğuna ve başta uzun çalışma süreleri olmak üzere birçok evrensel işçi hakkından mahrum çalışıyorlar.

Yoksa Avrupa ve ABD’li birçok küresel şirket/marka, neden Çin’i tercih etsin? Temel sebep, devletin sağladığı teşvikler ve ucuz işgücü, yani düşük maliyet, yüksek getiri.

Bir yanda bu emekleri sömürerek zenginleşen, lüks otomobillerle yarış yapan, dolar yakan züppe zengin çocukları, diğer yanda da emeği sömürülen milyonlarca insan.

Çin’in başarı hikâyesinin arkasındaki görünmeyen fotoğraf bu.

Mesele yine gelip insana dayanıyor, insan bir değer midir, yoksa meta mı?

***

İşte bu Çin’de, şimdi bir koronavirüs hastalığı ortaya çıktı ve giderek yayılıyor.

Dünyanın da bir numaralı gündemi, koronavirüs. Medyada, bizim ülkemiz de dâhil, meselenin sağlık boyutu kadar, ekonomik boyutu da öne çıkarılıyor.

Acaba bu durumdan dünya ekonomisi nasıl etkilenecek?

Çin hükümeti de kendi ekonomisinin derdine düşmüş vaziyette. Bu durumun Çin ekonomisini olumsuz etkilemesi en büyük korkuları.

Belki biraz insafsızca gelecek ama matematiğe başvuralım ve bir hesap yapalım.

Çin’in nüfusu, 1 milyar 400 milyon civarında. Dünya nüfusu ise yaklaşık 8 milyar. Yani neredeyse dünyadaki her 7 kişiden biri, Çinli.

Peki, bu 1,4 milyar Çinliden kaç kişi koronavirüse yakalanmış. Resmi rakamlarla yaklaşık 80 bin kişi. Yani Çin nüfusunun, yaklaşık 17 bin 500’de biri. Çok mu? Değil!

Peki, kaç kişi ölmüş? Yaklaşık 2 bin 800 kişi. Yani Çin nüfusunun yaklaşık 500 binde biri. Çok mu? Değil!

Merkezinde insan olan bir bakış için, aslında çok büyük rakamlar ama insanı meta olarak gören bakışlarda, sadece bir istatistiksel sonuç. Çok acı ama durum maalesef bu.

***

Başladığımız hikâye ile bitirelim. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde, insan, maalesef başlı başına sırf insan olmaktan kaynaklanan bir değere sahip değildir.

O, yerine göre askerdir, ölür, yerine göre emekçidir, üretir, yerine göre tüketicidir, satın alır, yerine göre seçmendir, oy verir…

Bazen de insan yerine konulmak için isyan eder bu kez öldürülür, hapse atılır, işten atılır…

Evet, Çin’deki bu durum, dünyanın pek çok ülkesinde ama az, ama çok yaşanmaktadır.

Ve insan, sırf insan olmaktan kaynaklanan bir değere, bir türlü sahip olamamaktadır.

Bazen siyaset, bazen ideoloji veya din, bazen de gelenek adına baskı altına alınan insanın çağımızdaki en büyük ihtiyacı, işte bu özgürlük arayışıdır.





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
Henüz anket oluşturulmamış.
HABER ARA
YUKARI