escort bursa - escort bayan - gorukle escort bursa escort - bayan escort gorukle escort bursa
adalar escort adana escort anadolu yakası escort ankara escort antalya escort arnavutköy escort ataşehir escort avcılar escort avrupa yakası escort aydın escort bağcılar escort bahçelievler escort bakırköy escort balıkesir escort başakşehir escort bayrampaşa escort beşiktaş escort beylikdüzü escort beyoğlu escort bodrum escort bursa escort büyükçekmece escort çanakkale escort çatalca escort diyarbakır escort düzce escort edirne escort elazığ escort esenler escort esenyurt escort eyüp escort fatih escort gaziantep escort gaziosmanpaşa escort güngören escort istanbul escort izmir escort kadıköy escort kağıthane escort kartal escort kocaeli escort konya escort küçükçekmece escort kuşadası escort malatya escort maltepe escort marmaris escort mersin escort muğla escort pendik escort rus escort sakarya escort sancaktepe escort sarıyer escort şile escort silivri escort şişli escort sultanbeyli escort tuzla escort ümraniye escort üsküdar escort yalova escort
Bugun...


Mustafa USTA

facebook-paylas
Davul Muhalefetin Sırtında, Tokmak Erdoğan’ın Elinde Olduğu Müddetçe…
Tarih: 15-06-2020 16:25:00 Güncelleme: 15-06-2020 16:35:00


“AK Parti, devlet gücünü iyice eline geçirdi ve bütün bu imkânları, iktidarını sürdürmek ve muhalefeti etkisizleştirmek için kullanıyor.”

“İktidar, baskı ve korku iklimiyle ülkeyi yönetiyor, insanlar başlarına kötü bir şey gelmesinden korktuğu için muhalefete yönelemiyor.”

Yukarıdaki sözler, muhalefete ‘gereken muhalefeti yap(a)madıkları’ şeklinde bir eleştiri yöneltildiğinde, en çok ileri sürülen iki argüman olarak öne çıkıyor.

Peki gerçekten de böyle mi? Eğer öyleyse muhalefet partileri, muhalif siyasetçiler, derhal siyasetten uzaklaşmalıdır. Çünkü demokratik sistemlerde siyaset, iktidar ya da muhalefette olmanın gereklerini yerine getirmek üzerine kuruludur.

***

AK Parti’nin (bugün MHP ile) devlet gücünü elinde tuttuğunu, bunun kendisine büyük avantajlar sağladığını, muhalif duruş ve eylemlere karşı tahammülsüz olduğunu herkes görüyor.

Lâkin iktidar tatlıdır ve bırakılmak istenmez. Ve bunun için sahip olunan hukuki, siyasi, iktisadi, sosyolojik veyahut başkaca her türlü imkân ve fırsat değerlendirilir.

Fakat böyle bir ortamda bile muhalefet yapmak ve sonuç almak (zor olsa da) asla imkânsız değildir. Önemli olan, iktidarın imkân ve fırsatlarına karşı, muhalefetin imkân ve fırsatlarını harekete geçirebilmektir.

***

Bir önceki yazımızda, iktidarın (AK Parti-MHP) ‘ne yapması’ gerektiğini dile getirmiştik. Bugün de muhalefetin durumunu ‘neleri yapamadığı’ üzerinden analiz etmeye çalışacağız.

 

Muhalefet partileri, siyaset yaptıkları sahayı iyi tanımıyor

Muhalefet partilerinin en temel eksiği ya da hatası, belli bir sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik taban üzerinde yükselseler de, genele dair bilgi eksikliği içinde olmalarıdır.

Objektif, bilime dayalı gözlem ve çalışmalarla, halkın taleplerini öğrenmek ve bu doğrultuda siyaset üretmek/yapmak yerine, ideolojik veya partilere hâkim olan ‘bürokratik zihniyet’ dolayısıyla, toplumda karşılığı olmayan ya da son derece düşük olan fikirleri/programları uygulamakta ısrar etmek, başarısızlığın temel sebeplerindendir.

Elbette siyasetin/siyasetçinin ideal olana doğru toplumu dönüştürmek gibi bir görevi vardır, lakin ideal olanın uygulanacağı toplumu, yani varolan yapıyı tanımadan bunu yapmaya imkân yoktur. Hangi ideali benimserseniz benimseyin, bu idealin uygulamasının yapılacağı laboratuvar, bu toplumdur.

Bu nedenle muhalefet partileri, halkı ve özelde AK Parti seçmenini gerçeği görememekle itham etmekten vazgeçmeli, o seçmenlerin AK Parti’yi neden tercih ettiklerini sorgulamalı ve topluma ‘daha iyi ve güvenli bir gelecek’ umudunu verdiği anda bu desteğin kendisine de yönelebileceğini unutmamalı.

 

Oyun, muhalefetin sahasında oynanıyor

Türkiye’de siyaset oyunu, iktidarın sahasında oynanması gerekirken, muhalefetin sahasında oynanmaktadır. Muhalefet ise oyunu iktidarın sahasına taşıyamamaktadır.

Demokratik siyasetin tabiatına ters olan bu durum, kaçınılmaz olarak AK Parti’ye avantajlar sağlamaktadır. AK Parti Lideri Erdoğan’ın popülist siyaset yöntemleriyle ustalıkla yaptığı şey tam da budur: ‘Oyunun muhalefetin sahasında oynanmasını sağlamak ve sürdürmek.”

Hal böyle olunca, seçmen, iktidarın karşısında sürekli savunma durumunda kalan partilere ‘ülkeyi yönetebilecek ve geleceği inşa edebilecek partiler’ gözüyle bakamamaktadır. Çünkü muhalefette savunma, bir güçsüzlük işaretidir ve seçmen/halk, ülkenin/kendisinin kaderini güçsüz yapılara teslim etmeye yanaşmamaktadır.

Tabiri caizse, iktidarın sırtında olması gereken davul, muhalefetin sırtındadır ve tokmak da Erdoğan’ın elindedir. 18 yıldır tekrarlanan şekilde, halktan yönetme yetkisini alan ve haliyle sorumluluğu da üstlenmesi gereken Erdoğan iktidarı, yetkiyi kendi kullanırken sorumluluğu başta CHP olmak üzere, muhalefete yüklemektedir.

Son yıllarda etkisi hızla azalsa da, AK Parti seçmeninin önemi bir kısmı, halen ülkede yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda ‘bunun sorumlusunun, yetkisi ve sorumluluğu olmamasına rağmen’ CHP/muhalefet olduğuna inanmaktadır.

Bugünlerde DEVA ve Gelecek partilerinin, oyunu AK Parti’nin sahasına yıkmak için gayretkeş olduğunu görüyoruz. AK Parti/MHP cephesinden bu iki partiye yönelik sert tutumun arkasında da bu strateji yatıyor: ‘Oyunun, iktidarın sahasına taşınmasına engel olmak ve bu iki partiyi oyuna dâhil etmemek.’

 

Muhalefet, gündem cenneti bir ülkede, gündem belirleyemiyor

Muhalefet partileri, sunduğu sınırsız imkânlarla adeta bir gündem cenneti olan Türkiye’de, gündemi belirlemek ve sürdürmekte başarılı olamamaktadır.

Gündemi belirleyen ve bu gündem üzerinden iktidarı sorgulayan, seçmende algı ve kanaatlerin oluşmasını sağlayan bir muhalefet yerine, iktidarın belirlediği gündemin peşinden giden ve daha çok savunmada kalan bir muhalefet izlemekteyiz.

Halbuki istatistiklerin gösterdiği gerçekler ışığında muhalefet partileri, geniş toplumsal kesimleri, (örneğin işsizleri, tarım kesimini, işçi kesimini vb) mobilize ederek siyasal alana dahil edebilse, iktidarın bu gündemden kaçabilmesi imkansız hale gelir. Fakat böyle bir mobilizasyon, elbette ki ciddi gayretleri ve maliyetlere katlanmayı gerektirir.

 

Tek adam suçlaması, sanılanın aksine Erdoğan’a kazandırmaktadır

Muhalefet Erdoğan’ı sürekli tek adamlıkla suçlayarak sendeleteceğini sanıyor. Fakat bu muhalif siyasetçiler, İskandinavya ülkelerinde değil de Türkiye’de siyaset yaptıklarını unutuyorlar. Siyasal kültüründe ‘güçlü ve muktedir lider’ figürünün çok önemli olduğu bir toplumda, bu eleştiriler, en azından karşı cephede istenilen sonucu vermiyor, bilakis Erdoğan’a kazandırıyor.

İkincisi de Erdoğan’ın ekibinin ustalıkla kurguladığı ‘AK Parti ile Devlet’in bir ve aynı şey olduğu’ algısı, sağ seçmende ciddi bir taban bulmuşa benziyor. Bunun arkasından gelen ‘Devletin ve ülkenin ikbalinin, AK Parti ve Erdoğan’ın ikbaline bağlı olduğu’ algısı da yine AK Parti/MHP tabanında karşılık bulmaktadır. Tek adamlık söylemi bu algıyı yıkmak yerine, bir paradoks olarak güçlendirmektedir.

Erdoğan’ı iktidara getiren ‘radikal sağ, siyasal İslam ve merkez sağ’ üzerinden düşünüldüğünde, bu kesim, tek adamlık söylemine bırakın eleştirel bakmayı, bunu kutsamaktadır. Ve işin garibi, muhalefet, ‘ülkesini ve milletini düşünen tek adama karşı bir araya gelmiş bir nifak topluluğu’ gibi algılanmakta ve bu kesimler ‘tek adamın yanında’ saf tutmaktadır.

Oysa muhalefet, ‘tek adam’ yerine, partiyi ve ülkeyi yönetenleri, sorumluluk sahalarıyla ilgili ve verilere dayalı olarak eleştirebilse, ülkeyi Erdoğan’ın tek başına değil de, belli kadrolarla (bakan, danışman vb) yönettiği gerçeğini halka gösterebilse, oyunun mahiyeti de değişecektir.

 

Korkuya değil, umuda dayalı siyaset ihtiyacı

Muhalefetin, uzunca bir süredir, ‘AK Parti ve Erdoğan’ın ülkeyi yıkıma götürdüğü ve gelecek günlerin çok daha kötü olacağı’ yönündeki söylemi/siyaseti, halkı endişelendiriyor/korkutuyor. Tedirgin olan halk da, böyle durumlarda, en güçlü gördüğü lidere/partiye sarılıyor. Unutmamak gerekir ki bugün için Erdoğan, ‘en ulaşılabilir kurtarıcı’ durumundadır.

Bu noktada, Ali Babacan’ın, kötü tabloyu ortaya koyduktan sonra bu durumdan kurtuluşun mümkün ve kolay olduğunu söylemesi, geleceğe dair umut dolu mesajları, bu nedenle halkta karşılık bulmaktadır. Haliyle Babacan, arayış içindeki vatandaşlar açısından giderek bir alternatif haline gelmektedir.

Yıllarca MHP ve CHP’nin ideolojik düzeyde, Saadet Partisi’nin ise inanç düzeyinde AK Parti’ye yaptığı eleştirilerin bir getirisinin olmadığı artık ortadadır.

Fakat bu noktada, CHP ve Saadet Partisi’nin son yıllarda ve liderleri (belki bir miktar konjonktür) üzerinden ‘olumlu yönde değişen siyasal tutumları’ da vatandaşların dikkatinden kaçmamaktadır.

İYİ Parti’nin ise başlangıçtaki ‘meydan okuyan tavrı’ terk ederek, verilere ve gerçek gündeme dayalı siyaseti tercih etmesiyle ivme kazandığı da gözlenmektedir.

***

Bu korkunun başka bir tezahürü de, AK Parti’nin yerini başka bir partinin alması durumunda, kazanımlarını kaybedecekleri endişesi taşıyan kesimlerde ortaya çıkıyor.

Bu endişeyi taşıyanları iki uç grupta değerlendirirsek, ilk grubu, AK Parti ile ideolojik değil, pratik ve pragmatik bir ilişki içine girerek ve ağırlıklı olarak üst düzey bürokratik ve iktisadi kazanımlar (ihaleler, krediler, ekonomik rekabette devlet gücüyle avantaj sağlama vb) sağlayanlar oluşturuyor.

Diğer grup ise ağırlıklı olarak kamu sektöründe (alt düzey bürokrasi, sözleşmeliler vb) görev alan veya kamunun/devletin sağladığı imkânlardan yararlanan, ‘görece mütedeyyin insanlardan’ oluşuyor. İlk grubun, muhtemel bir iktidar değişimiyle yeni gelen iktidara ‘eski kral öldü, yaşasın yeni kral’ diyerek adaptasyonu mümkünken, ikinci grubun böyle bir adaptasyon yeteneği oldukça zor gözüküyor. Haliyle bu ikinci grubun, ikballerini AK Parti’nin ikbaline bağlı görmesi, asla yadırganmamalıdır.

Muhalefetin birinci gruba ‘siyaset ederek’, ikinci gruba ise ‘güven vererek’ bu endişeleri ortadan kaldırması gerekiyor.

 

Muhalefet bedel ödemeye hazır değil

Bizdeki muhalefet partileri/siyasetçiler ‘iktidar yolunda bedel ödemeye’ hazır değiller.

Muhalefet, sıklıkla bahane üretmekte, en düşük maliyetle en yüksek faydayı elde etmeye yönelik, nimete açık fakat külfete kapalı bir anlayışla hareket etmektedir. Bunun en önemli sebebi ise ‘bürokratik siyaset anlayışının’ partilerimizi esir almasıdır.

Partinin Genel Başkanı, üst düzey yöneticisi iseniz, genelde ya da yerelde seçilmiş ya da atanmış olarak kartvizitiniz ya da makamınız varsa, hele de bu konumlar/görevler size bir takım avantajlar sağlıyorsa, ‘bedel ödemeye’ yanaşmıyorsunuz.

Böyle olunca da, halkın bir kesiminin umudunu bağladığı muhalefet partileri, varlık sebeplerine aykırı hareket ediyorlar. Ve daha da garibi, parti içindeki konumu/pozisyonu/makamı koruyayım derken, iktidardan şikâyet ettiği şeyleri, parti içinde kendileri yapıyorlar.

Evet, partilerimiz giderek daha fazla bürokratik hale geliyor. Belli bir süre sonra da bu 'bürokratik yapı, bir fetişe dönüşerek amaçsallaşıyor' ve partiyi (aslında partiyi yönetenleri) yaşatmak daha önemli hale geliyor.

Açıktır ki iktidar talebi riskleri beraberinde getirir. Zira böyle bir hedef, kitleselleşmeyi ve partiyi kitlelere açmayı kaçınılmaz kılıyor. Kitleselleşen partiler ise bürokratik özelliklerini kaybediyor ve mevki-makamlarda sirkülasyon tehdidi baş gösteriyor.

 

Muhalefet partileri, ‘Biz bu ülkeyi daha iyi yönetiriz’ mesajını veremiyor

Kabul etmek gerekir ki Türkiye’de seçmenlerin tercihlerini etkileyen geleneksel tutumları var. Fakat yine de ülkenin büyük kesimi, ortalama bir vatandaş (ki sayıları yüzde 75’leri bulabilir) siyasetin bir amacı olması gerektiğine, bu amacın da kendi yaşantısını daha iyiye doğru götürmek olduğuna inanıyor.

Hal böyle olunca, bir iktidar değişikliğinin bu ‘daha iyi hayatı sağlayacağına olan inancı oluştuğu/arttığı anda’ seçmen başka partileri tercih edebilecektir.

Çünkü, neticeye müessir olmayan çok küçük bir azınlık dışında, hiçbir seçmenin, herhangi bir parti ya da lideriyle bir mukavelesi yoktur.

 

Halk, ‘7 Haziran 2015 Travmasını’ unutmadı

AK Parti iktidarının 2002’den bu yana en ciddi gerilemeyi yaşadığı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yeni bir hükümetin kurulamayışı, temel sorumlu MHP olsa da, muhalefetin birlikte hareket edemediği/edemeyeceği yönünde halkta bir endişe oluşturmaktadır.

Böyle bir endişe, muhalif partilere oy verememekten tutun da seçim sonrasındaki belirsizliğe kadar uzanan bir dizi kafa karışıklığına yol açmaktadır.

Yeni sistemin mantığına uygun olarak, muhalefetin ‘birlikte hareket edebilme yeteneklerine sahip olduğuna dair’ güven verici yönde hareket etmesi ve bunun elbette ki seçimler öncesinde yapılması gerekir.

Aksi takdirde, iki blok haline yapılan seçimlerde, kendi içinde çelişen, mücadele, hatta kavga eden bir muhalefet bloğu, iktidar bloğunun arayıp da bulamadığı bir nimet olacaktır.

***

Muhalefet partilerinin neleri yap(a)madıkları ya da eksik veya yanlış yaptığına dair tespitlerimizi paylaştıktan sonra son bir tespitle yazımızı noktalayalım.

Türkiye için demokratik siyasal sistem, bugün için alternatifsizdir. Bu sistemde muhalefetin özel ve ayrıcalıklı bir yeri vardır. Muhalefetin, iktidarı denetleme, alternatif oluşturma ve elbette ki ‘siyasal ihtiyat akçesi olma’ gibi olmazsa olmaz görevleri/özellikleri vardır.

Fakat muhalefetin bu görevleri/beklentileri yerine getirebilmesi, bürokratik siyaset anlayışından kurtulmasına bağlıdır. Muhalefetin sadece ‘iktidara karşı olmaya ve eleştiriye indirgenmesi’, kendi alanını daraltmaktadır.

Alternatifle özdeşleşen muhalefetin, en zor şartlarda bile ‘çıkışa yönelik alternatifler’ üretmesi, üretebilmesi onun iktidarın da alternatifi olup olamayacağını gösteren en temel gösterge olacaktır.

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
Henüz anket oluşturulmamış.
HABER ARA
YUKARI