Tweet |
Bocutoğlu yazısında şu cümlelere yer verdi.
Yeryüzündeki ülkeleri medeniyet kurucu olan ülkeler ve medeniyet kurucu olmayan ülkeler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Medeniyet kurucu olmayan ülkeler, medeniyet kurucu ülkelerden birinin kanadı altına sığınarak kendisine küresel dünya düzeninde emniyetli bir yer edinebilir. Ancak medeniyet kurucu ülkelerin, küresel dünya düzeninde diğer medeniyet kurucu ülkelerle rekabete girmesi kaçınılmazdır. Türkiye, Birinci Dünya Savaşında imparatorluğunu kaybettiği için, o günkü uluslararası konjonktürün baskısıyla küresel iddialarından vazgeçerek bir periferik/çevre ülkesi konumunu kabullendi. Bununla birlikte zaman içinde uluslararası konjonktürün değişmesi ve ülkenin iktisadi büyümesi ve teknolojik gelişimi, Türkiye’yi kaçınılmaz olarak çevresinde olup bitenlerle ilgilenmeye zorladı. Bu durum, medeniyet kurucu bir ülkenin, Birinci Dünya Savaşı Konjonktüründe vazgeçtiği küresel iddialarını tekrar gündeme getirdi. Hâkim küresel güç, Türkiye’nin hesapta olmayan yükselişini engellemek için çeşitli yolları denedi. 15 Temmuz Kalkışması bu yollardan sadece biridir.
Türkiye’nin güney sınırlarını boydan boya kaplayan ve Akdeniz’e açılan bir terör devleti tehdidi ile karşılaşması ve bu tehdidi ortadan kaldırmak için giriştiği mücadele onu Soğuk savaş dönemindeki müttefiki ABD ile karşı karşıya getirdi. ABD’nin Türkiye karşıtlığı, küresel dünya düzeninde sahip olduğu NATO gibi uluslararası kurumları da Türkiye karşıtlığına itti. Türkiye bu durumu dengelemek üzere Rusya ile yakınlaştı. Bu güne kadar uluslararası gündemlerle ilgilenmeyen Türkiye, bölgesel gerilimlerden küresel çatışmalara doğru tırmanan sathı mailde, kendini karmaşık bir ilişkiler ağı içinde buldu. Türkiye açısından, bu karmaşık ilişkiler ağı içinde müttefiklerin ve hasımların konumları siyah-beyaz derecesinde açık seçik değildi. Suriye ölçeğinde meseleye bakıldığında sıkıntılı olmakla birlikte Rusya ve Türkiye’nin konumları aşağı yukarı belli olmakla birlikte, Türkiye’nin Mavi Vatan konsepti altında geliştirdiği yeni stratejiler, Türk-Libya Münhasır Ekonomik Bölgesi ve Türkiye’nin Libya’nın meşru hükümeti ile geliştirdiği ilişkiler oyunu karmaşık hale getirdi. Unutmamak gerekir ki bütün bu gelişmeler küresel güçlerin Türkiye’den beklediği girişimler değildi.
Türkiye’nin bölgesel bir aktör konumundan küresel meselelerle ilgilenen küresel bir aktör konumuna dönüşmesi Türkiye, ABD ve Rusya ilişkilerini tamamen değiştirdi. Suriye’de ABD girişimlerine karşı Türkiye ile bir arada görülen Rusya, Libya’da Türkiye’ye hasım konumuna geldi ve Türk-ABD ilişkilerinin yumuşamasına yol açtı. Libya’daki yeni konumlanmada Türkiye, Katar ve İtalya bir arada kümelenirken, Fransa, Almanya, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri bir karşı gurup oluşturdu. ABD, Rusya ve İsrail perde arkasından Libya’ya müdahale etmekte ve sonuçlarını bir bekle-gör politikası içinde değerlendirmektedir.
Bütün bu gelişmelere rağmen uluslararası hukuk, yumuşak ve sert güç bakımından Türk-Libya ilişkileri, Türkiye’yi Libya’da ve Doğu Akdeniz’de birincil uluslararası aktör konumuna getirmiştir. Bütün sempatisine rağmen ABD, Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz enerji projelerinden başarılı çıkmasından endişe etmektedir. ABD’nin endişesini körükleyen baş aktör İsrail’dir. Rusya’da benzer şekilde Türkiye’nin Libya’da ve Doğu Akdeniz’deki başarılarından endişe etmektedir. Çünkü Bağımsız ve zengin Libya, hem Rusya’nın hem de ABD’nin Doğu Akdeniz’deki planlarını bozacaktır.Bu durumda İsrail kendini ulusal güvenlik endişesi içinde bulmaktadır. ABD’nin Libya’da Türkiye’ye yakın bir politika güdememesinin temel nedeni budur.
ABD’nin her şeye rağmen ağırlığını Türkiye’den yana koyması ihtimali karşısında Rusya, stratejik hava alanları ve petrol ikmal limanlarındaki hâkimiyetini engellemek için, Türkiye’yi mevcut şartlarda Hafter ile bir ateşkes masasına oturtmaya çalışmaktadır. Libya’daki gelişmeler gayrimeşru Hafter ve destekçilerinin aleyhine bir seyir takip etmektedir. Türkiye Libya’da bütün ağırlığını henüz ortaya koymuş değildir. Bu nedenle, Hafter daha da zayıflamadan Türkiye’nin bir ateşkes masasına oturtulması Rusya açısından acil hedeftir.
Halkına temel ihtiyaç maddelerini sağlamaktan aciz olan ve sadece dış yardımlarla ayakta durabilen Ermenistan’ın, Azerbaycan’a fütursuzca saldırtılması, hiç kuşkusuz, Türkiye’nin Doğusundan sıkıştırılması ve Libya’da elinin zayıflatılması amacıyla Rusya’nın geliştirdiği taktik bir adımıdır.
Ordu-Millet Türkiye’nin, bu taktik adımların üstesinden kolayca geleceğini öngörebiliriz. Türk Milleti, Türkiye’nin bundan sonra küresel gündemlerle daha fazla meşgul olacağını bilmesi ve bu tür hamlelere kendini alıştırması gerekir. Çünkü bundan sonra Rusya ile bazı alanlarda müttefik bazı alanlarda hasım olmaya devam edeceğimiz gibi, benzer durum Türk-ABD ilişkileri için de geçerli olacaktır. Küresel gündemlerdeki güç kamplaşmalarının özelliği budur. Türk Milletinin Yeni Türkiye’nin konjonktürüne kolayca ayak uyduracağından ve bu konjonktürdeki mücadelelerin gerektirdiği milli birlik ve beraberlik ruhunu yüksek tutacağından, hasımlarımızın şüphesi yoktur, bizim de olmamalıdır.”