Liberal elitler arasında ekonomik liberalizmi savunanlar 1980’li yıllarda Özal'ın serbest piyasayı esas alan liberal ekonomi politikalarına tam destek verdi. Bunu takip eden süreç içerisinde AK Parti iktidarında 2003’ten sonra uygulanan liberal ekonomi politikalarına da tavır alınmadı. AK Parti’nin özelleştirme politikalarıyla amaçladığı şey daha önce AK Partili belediyelerde görüldüğü gibi güçlü patronaj ağları oluşturmak suretiyle kamunun kaynaklarını yandaş sermayeye akıtmaktı. Özelleştirme politikaları sonuçta yalnızca kamu varlıkları değerinin altında yandaş sermayeye aktarılmadı. Bununla beraber başta devletin kendisi olmak üzere siyasi sistemin önemli ölçüde yozlaşması sonucu ortaya çıktı.
Sonuçta klasik neo-liberal sistemden farklı olarak hukuku, kurumları, kuralları hiçe sayan dizginsiz bir ahbap çavuş kapitalizmi oluştu. Vesayetçi devletin ekonomik dayanağı ortadan kaldırıldı ama onun yerini kamu kaynaklarını hukuk dışı yollardan yakınlarına peşkeş çeken bir otoriter popülist devlet anlayışı hakim oldu.
Harvard ve Oxford’da dersler de vermiş olan Türk Sosyoloji Profesörü Sencer Ayata, AK Parti’nin özellikle kurulduğu ilk yıllarda toplumdaki hoşnutsuzlukları seslendirmek, öfke ve korkuyu kanalize etmek, inandırıcı bir gelecek tasavvuru sunmak için kendi kadroları tarafından karşılanamayan bir yumuşak güç arayışı içinde olduğunu söyler.
AK Parti'nin özellikle kuruluş, iktidara gelme ve iktidara tutunma süreçlerinde kendisi için yaratmaya çalıştığı imajı topluma pazarlayacak yazarlara, entelektüellere, danışmanlık yapacak uzmanlara, medya yapımcılarına, sanatçılara vb. ihtiyacı olduğunu kaydeden Ayata, bu desteğin AK Parti iktidarına liberal siyaset akımı içinde bulunan kesimler tarafından sağlandığını ifade eder.
AK Parti'nin karşısında yer alan zümreye karşı verebileceği etkin bir söylem mücadelesi AK Parti ve iktidarı için önemli bir eksikliğin giderilmesi anlamına geliyordu. Kısacası, AK Parti kültürel ve entelektüel sermayesini artıracak elitlere gereksinim duymaktaydı. Liberal siyaset akımı tüm eleştirilerinin hedefine "Kemalizmi" yerleştirdi. Böylelikle AK Parti'nin ihtiyaç duyduğu entelektüel boşluk ve söylem üstünlüğü liberal elitler tarafından büyük ölçüde sağlanmış oldu.
Ne var ki geçen yıllarla birlikte liberal entelektüeller tarafından tırnak içindeki "ılımlı" siyasi İslâm'a atfedilen demokratikleştirme misyonu ve birleştirici rol; beklentinin tersine Erdoğan’ın takındığı tavır nedeniyle otoriter bir doğrultuya evrimleşti. Günümüzde AK Parti iktidarı 21. yüzyılda demokratik sisteme ve anlayışa yönelen en büyük tehdit olarak görülen otoriter popülizmin dünya genelinde en çok gösterilen örnekleri arasında yer alan bir hüviyete büründü.
Bu gidişatı gören ülkedeki liberal akımın temsilcileri ve liberal entelektüeller sonunda bu otoriterleşme sürecinin ağır ve yıkıcı sonuçları görülmeye başlandıktan sonra siyasi iktidardan desteklerini çektiler. Kimisi muhalefet tarafına geçmeyi uygun gördü, kimisi büsbütün sessiz kalmayı tercih etti, kimisi de derin bir pişmanlık yaşadı. Ne var ki Erdoğan ve AK Parti iktidarının ilk yıllarında gereksinim duyduğu desteği bir kere sağlamışlardı. Artık gelinen noktada Erdoğan da onların desteğine ihtiyaç duymamaktaydı. Zira kendi partisini bir parti devleti haline getirmiş ve otoriter bir yapıyı oportünist bir tavırla ülke genelinde tahkim etmişti. Daha yalın bir ifadeyle ifade etmek gerekirse atı alan Üsküdar’ı geçmişti.