“Geldi mi, geldi de saklanıyor mu, ne zaman gelecek?” derken ülkemizde ilk koronavirüs teşhisi konuldu.
Haliyle koronavirüs artık ülkenin tek gündemi. Ne idlib’i kaldı, ne ekonomik krizi, ne de DEVA Partisi.
İşin özü, mukadder olan bir sonuç, kapımızı çaldı ve içeri girdi. Ve toplum olarak can derdine düştük.
İşte tam da bu sırada Diyanet İşleri Başkanlığı, 2020 yılı için fitre miktarını 27 TL olarak açıkladı lâkin bu pek dikkat çekmedi.
***
Peki fitre nedir, neye göre belirlenir? Bu miktarı nasıl okumak gerekir?
Fitre; hür olan Müslümanların Ramazan ayı içinde fakirlere ödemesi gereken bir tutar olarak tanımlanıyor.
Bir başka tanımı da; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanların, aile üyeleri de dâhil belirli (fakir) kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır.
Fitrenin hedefi ise (burası önemli), bir fakirin, içinde yaşadığı toplumun hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasıdır.
Yani Diyanet İşleri Başkanlığı, hesabı bunun üzerinden yaptı ve günümüzde bir kişinin günlük gıda ihtiyacını, asgari 27 TL olacak şekilde belirledi.
***
Asgari Ücret ve Fitre
Tabii bu 27 TL sadece sembolik bir değer taşımıyor bu miktarın aynı zamanda iktisat dilinde de bir karşılığı var.
Bu günlük asgari gıda tutarını 4 kişilik bir aile üzerinden hesaplarsak, 27 x 4 = 108 TL’ye karşılık geliyor.
Bunu ay hesabıyla yaparsak, 108 x 30 = 3240 TL oluyor.
Yani 4 kişilik bir ailenin sadece aylık gıda ihtiyacı, bu asgari hesap üzerinden 3240 TL’ye karşılık geliyor.
Asgari ücretle kıyaslarsak 3240 - 2324 = 916 TL tutarında bir açık oluşuyor.
Diyanetin fitre hesabı bize, asgari ücretin 4 kişilik bir ailenin sadece gıda ihtiyacını bile karşılayamayacağını gösteriyor.
Haliyle bu hesaba yakacak, giyecek, ulaşım gibi diğer zaruri ihtiyaçları da eklersek hesap iyice içinden çıkılmaz hale geliyor.
Burada bir nokta koyalım ve önemli bir problemi çözelim:
“Fitreyi verecek kişileri nasıl tespit edeceğiz?”
Cevap net; asgari ücret geliri elde edenlerin tamamı, bu hesaba göre (fakir olup) fitreye hak kazanıyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre Türkiye’deki kayıtlı işçilerin yüzde 40’dan fazlası asgari ücretle çalışıyor. Bu rakam o tarihte 4 milyon 970 bin olarak açıklanmış ama sonraki yıllarda resmi açıklama olmadığı için farklı rakamlar telaffuz ediliyor. Yani 6 milyon ile 10 milyon arasında gezinen rakamlar bunlar.
E bu çalışanların bir de aileleriyle hesabı var ki, isterseniz onu da siz yapın.
***
Devam edelim ve fitrenin 2010 yılından sonraki tutarlarını, Türk Lirası ve ABD Doları üzerinden inceleyelim.
2010: 7 TL / 4,66 $ (1 $ : 1,5 TL)
2011: 7,5 TL / 4,49 $ (1 $ = 1,67 TL)
2012: 8,50 TL / 4,74 $ (1 $: 1,79 TL)
2013: 9,25 TL / 5 $ (1 $ : 1,90 TL)
2014: 10 TL / 4,56 $ (1 $: 2,19 TL)
2015: 11,50 TL / 4,22 $ (1 $ : 2,72 TL)
2016: 15 TL / 4,96 $ (1 $ : 3,02 TL)
2017: 16 TL / 4,38 $ (1 $ : 3,65 TL)
2018: 19 TL / 4,36 $ (1 $ : 4,35 TL)
2019: 23 TL / 4,05 $ (1 $ : 5,67 TL)
2020: 27 TL / 4,5 $ (1 $ : 6 TL)
Bu istatistikte, Diyanet’in belirlediği fitre miktarları, son 10 yılda 4,5 ile 5 dolar arasında değişiyor. Fitre miktarlarındaki artış da yıllar itibarıyla TL üzerinden dikkat çeken oranda artış gösteriyor ama Dolar üzerinden fazla artmıyor.
Doların ekonomi üzerindeki baskın etkisi hesaba katıldığında fiyatlar genel seviyesindeki artış (yani enflasyon) sebebiyle Diyanet bu tutarları güncelliyor ve bu rakamlara ulaşıyor.
***
Açlık ve Yoksulluk Sınırları
Tabii bu hesabı, bir de açlık ve yoksulluk sınırları üzerinden yapmalıyız. Elbette bu tür hesaplamaları, Hükümet çevreleri (hangi parti olursa olsun) her zaman abartılı bulur ve tepki gösterir. Bir de işleri tıkırında olanlar vardır (her devrin kazananları), onlar da bu açlık ve yoksulluk sınırlarının bu derece abartılı ! açıklanmasından rahatsızlık duyarlar.
En son TÜRK-İŞ tarafından yapılan hesaplamalarda 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı, 2 bin 257 TL, yoksulluk sınırı da 7 bin 353 TL olarak açıklandı.
Fitre miktarı üzerinden gidersek 2257 / 108 = 20,8 TL’ye karşılık geliyor. Yani bu hesaplamada, bir insanın hayatta kalabilmek (doymak) için günde 20,8 TL’lik gıdaya ihtiyacı bulunuyor.
Tabii bu hesaplamalara, yediği önünde yemediği arkasında bir hayat sürerek “Bir insan bir ekmek ve birkaç zeytinle de hayatta kalabilir” diyenler de çıkacaktır.
Misalen onlara göre bir paket makarna 2,5 TL’dir ve 2324 TL’lik asgari ücretle 929 paket makarna alınabilir. Ya da 2 liradan 1162 ekmek. Haliyle bu insanlar, kendileri gibi yiyip içmeye zaten hak kazanamamıştır ve bu aslında doğal bir durumdur!
Evrimci bakışı çağrıştırıyor gibi!
***
Meselenin bir de, yaşanan ekonomik krize karşı ‘refleks ve korunma’ olarak tanımlanan, piyasada satılan ürün ve hizmetlerin fiyatının artırılmasının sabit gelir elde edenlerin ücretlerinde yol açtığı erimelerle ilgili boyutu da var.
Bir başka boyut da, bu günlük asgari 27 TL fitreyi (4 kişilik bir aile için 108 TL) kaç kişi verecek ve bu verilen 27 TL’ler kaç kişiye gidecektir. Verenleri zengin, alanlar fakir olarak mı değerlendireceğiz?
Uzatmayalım, gerçek şu ki Orhan Gazi devrinde yaşamıyoruz ve toplumda göreceli de olsa ağır manada ekonomik sıkıntı çeken milyonlarca insan var.
Fakat diğer yandan (kayıtlı) milyoner sayısı istikrarlı bir şekilde artış gösteriyor (yaklaşık 250 000 kişi), diğer yandan sıfır km araç taleplerinde büyük artışlar bekleniyor (yaklaşık 650 000 adet).
Öte yanda da bankalar, 2020 Mart ayında tarihlerindeki en yüksek kârı (5,9 milyar TL / eski parayla 5,9 katrilyon) enflasyonun ortalama yüzde 13, kayıtlı işsizliğin de yüzde 14’lerde olduğu bir dönemde elde ediyorlar.
Şimdi Ramazan gelecek, bir yanda Ramazan çadırları dolup taşacak, vicdanlı zenginlerimiz kamyonlarca kumanyaları ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak, ihtiyaçlı insanlar ise Bayrama neşeli girmek için kapısını çalıp kendisine fitre ya da zekat verenlerin yolunu gözleyecek.
Ve bu manevi iklimin etkisinde, (zenginin merhametiyle) zenginden fakirlere bir gelir transferi olacak ve böylece ülkenin birlik ve bütünlüğüne önemli katkılar sağlanacak!
Kafanız karıştı değil mi? Benim de öyle. Bu resmi, bir türlü anlamlı bir şekilde tamamlayamıyorum. Siz ne dersiniz?
***
Bir fıkrayla bitirelim.
Bir gün Nasrettin Hoca’nın canı et yemeği çeker. Kasaptan iki kilo et alır ve evine götürür.
Hanımına, “Akşama güzelce pişir de afiyetle yiyelim” der ve dışarı çıkar.
Ne var ki o gün eve hanımın misafirleri gelir. Kadıncağız eti pişirip onlara ikram eder.
Hoca akşam, karnı aç, aklında da et olduğu halde eve gelir ve sofraya oturur. Fakat hanımı Hocanın önüne bir tas tarhana çorbası koyar.
Hoca şaşırır:
“Et nerede hanım?” diye sorar.
Hanım korkar ve bir yalan uydurur?
“Eti kedi yedi Hoca!” der.
Uyanık Hoca inanmaz tabii. “Getir şu kediyi bakalım” der.
Sonra teraziyi çıkartıp kediyi tartar. Bakar ki tam iki kilo geliyor. Hoca hanımına sorar:
“Yahu hanım, kedi bu ise bizim et nerede? Eğer et buysa bizim kedi nereye gitti?”
İşte Türkiye ekonomisi tam da bu şekilde. Milyoner sayısı, banka kârları, sıfır otomobil talepleri ve lüks tüketimlere göre mi karar vereceğiz yoksa enflasyon, işsizlik, reel ücretlerin erimesi üzerinden sokağın sesine mi?
Ekonomik kriz varsa bu zenginleşmeyi nasıl açıklayacağız, yok işler tıkırında ise sokaktaki bunca feryat nedendir?