“Bu meseleyi, Cübbeli Ahmet’ten başkası temizleyemez!” diye düşünürken, bir de ne göreyim!
Birkaç dakika içinde Cübbeli Ahmet ortaya çıktı ve Furkan Vakfı üyelerini bir güzel tanımlayan, olayın ‘aslında ne olduğunu, hangi amaçla yapıldığını’, pek de sarih ! cümle ve tanımlamalarla ortaya koyan bir açıklama yaptı.
Hangi Cübbeli Ahmet? Daha önce diğer (rakip) cemaat ve oluşumları tehdit olarak gören/gösteren Cübbeli Ahmet!
Hangi Cübbeli Ahmet? Kendilerini dindarlar olarak tanımlayan AK Partililerin/iktidarın, mütedeyyin/muhafazakar kitle karşısında sıkıştığı, zorlandığı anlarda ortaya çıkan ve iktidarın elini rahatlatan ‘meşruiyet gerekçeleri üreten’ fonksiyonalist Cübbeli Ahmet!
Mesela onu, Saadet Partisi ve Temel Karamollaoğlu olayında da görmüştük, hatırladınız mı? Ne diyordu?
Saadet Partisi’ni ‘AK Parti’ye ve Erdoğan’a muhalefet yapmakla’, evet, demokratik bir sistemde, bir siyasi partiyi, iktidar partisine muhalefet yapmakla ! itham ediyordu.
Temel Karamollaoğlu’nu da ‘proje’ olarak tanımlıyor, ‘ümmeti bölmek’ ve iktidarın karşısındaki ‘şer cephesi’ ile işbirliği yapmakla, yani ‘politika yapmakla’ suçluyordu.
Oysa aynı Cübbeli Ahmet, iktidarın yaptığı koalisyon veya ittifakları ise ‘siyaset yapmakla’ tanımlıyordu.
***
Cübbeli Ahmet, aslında Milli Görüş üzerinden mütedeyyin/muhafazakar kitlelere şunları söylemek istiyordu:
“Ey dindarlar! Şimdi siz meseleye inancınız üzerinden bakarak, bazı uygulamaları-politikaları sebebiyle iktidarı/AK Parti’yi eleştiriyorsunuz ve bu Saadet Partililere hak veriyorsunuz ama aslında mesele öyle değil. Saadet Partisi demek Erbakan demektir (Erbakan’ı övüyor, yüceltiyor ama onun AK Parti lehine tek kelimesi olmadığı, oysa aleyhine sayısız sözlerinin olduğu gerçeğinin de üzerini örtüyor) ve Erbakan hayatta olsa idi kesinlikle böyle yapmazdı. Yani siz de yapmayın!”
Cübbeli Ahmet (ve benzerlerinin) siyasal iktidar için ne kadar büyük bir vazife ifa ettiğini, fonksiyonalizm üzerinden bakanlar anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir.
İşte bu Cübbeli Ahmet, harika bir zamanlama ile ortaya çıktı ve ‘Furkan Vakfı olayının’ aslında ne olduğunu pek bir güzel anlattı.
Peki gerçekten de Cübbeli Ahmet’in, pek çok kişinin kafasının karıştığı ve meseleyi idrak etmekte zorlandığı bu tür olaylarda, ‘olayın aslını görüp gösterebilmek gibi üstün bir kapasitesi/kerameti’ olabilir mi?
Onu Allah bilir, sayısız ayete rağmen ‘düşünmeden inanmak isteyenler’ de bunlara inanabilirler ama biz meselelere aklını kullanarak, düşünerek ve mümkün olabildiği ölçüde geniş açıdan bakmaya çalışanlar için meseleye başka bir açıdan bakacağız.
Mesele nedir?
Laik bir rejimde, mübarek Ramazan ayında ibadet etmek isteyen bir grup insan, camiden polis zoruyla, hatta şiddetiyle, yaka-paça dışarı çıkarılıyor!
İyi de ülkeyi yöneten parti, AK Parti değil mi? Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan, hemen tamamı laiklik karşıtı olan cemaatleri/tarikatları palazlandıran, dini eğitimi önceleyen, faize, içkiye karşı olan…?
Sizce Bu Meselede Kim Haklı?
Şimdi bu Furkan Vakfı meselesini, 100 yıl sonra insanlar acaba nasıl okuyacaklar?
İbadet yapmak isteyen Müslümanlara izin verilmiyor ve camiden güç uygulanarak çıkarılıyorlar. Bunu yapan Devlet, laik bir rejime sahip ama işbaşındaki iktidar sahipleri kendilerini Müslümanların temsilcisi olarak tanımlıyor!
Meseleyi iktidar cephesinden ele alıp tarih yazacaklar; ‘bu vakıf üyeleri, aslında provokasyon yapıyor, mesele dini değil, tamamen siyasi’ diyecekler.
Meseleyi yaşananlar üzerinden ele alanlar ise; ‘mübarek Ramazan ayında ibadet yapmak isteyen Müslümanlar, polis zoruyla yaka-paça camiden çıkarıldı’ diye yazacaklar.
Gerekçelere Bakalım
Meseleye iktidarın yanında konumlanarak bakanlar; virüsü gerekçe gösterecekler ama vakıf yanlısı yazarlar da virüsle mücadelenin akıl, mantık ve bilimle izah edilemeyen pek çok örneklerini ortaya dökecekler!
Hatta laik rejime sahip devletin tarafında konumlanarak olayı değerlendirenlerin, “Burası Gazze değil, Gaziantep” değerlendirmelerini de üzerine ekleyecekler.
Bir de iktidar cephesinde yer almasına rağmen, teravihlerin toplu kılınmasına mani olunmasına sert eleştiriler getiren ve bu düşüncelerini haklı kılacak sayısız mazereti ileri sürenleri de, güçlü gerekçeler olarak ileri sürecekler.
Bir taraftan da “Neden camide teravih kılamıyoruz?” diyen kişilerin, bu olayı ‘provokasyon’ olarak değerlendirmesini de, iktidar yanlısı tarihçiler kullanacaklar.
Yani aynı cephenin, iki karşıt kutup tarafından nasıl da gerekçe olarak kullanıldığını görüyoruz/göreceğiz.
Ve bütün bunları okuyanlar, yani birkaç kuşak sonrası, şaşırıp kalacak.
Hatta (100 yıl önce yaşanan bu olayı), kendi yazarları tarafından okuyan kesimler, birbirine karşı koz olarak kullanacak, bunun üzerinden siyaset üretecek ve belki de düşmanlık yapacaklar!
Şimdi anlıyor musunuz tarih denilen bilimin nasıl da sağa sola evirilip bükülebildiğini…
Baktığınız yere göre değerlendirmelerin de nasıl değiştiğini…
Peki Gerçekte Kim Haklı?
Burada ‘iktidar cephesi’, alınan kararlara uyulmaması üzerinden bakıldığında, haklı gibi duruyor.
Ama aynı iktidar cephesinin kısıtlama mı, yasak mı dersiniz, birbirinden farklı ve çelişik sayısız uygulamaları (yani hukuki durum ile fiili durumun örtüşmemesi), bütün inandırıcılığı yok ediyor ve vakfı öne çıkarıyor.
Okuyan kişi, hangisi işine geliyorsa, meseleye oradan bakıyor. Ve maalesef toplumun çok büyük bir kısmı böyle yapıyor. Toplum böyle yapıyor da, düşündüğünü iddia eden kesimler farklı mı? Değil elbette. Çünkü toplumun kafasını asıl karıştıran onlar oluyor.
Bu yaşananlar bize, “Neden ortak bir tarihimiz yok?” sorusunun da cevabını vermiş oluyor.
Soru önemli, çünkü ortak bir tarihi olmayanların, ortak bir geleceği de olmuyor!
***
“Ben iktidarı destekliyorum ama bu olayda, yanlış yapılmıştır!”, diyenlerin iktidar cephesindeki ağırlığı ne kadardır?
“Ben iktidara karşıyım ama bu olayda vakıf yanlış yapmıştır!” diyenlerin muhalif cephedeki ağırlığı ne kadardır?
Elbette, ‘neticeye müessir olacak kadar’ çok değildir.
***
İşte bu olay, ülkemizin içinde bulunduğu durumu net olarak ortaya koyuyor. Bizler aklı ve bilimi, ortak bir gelecek inşa etmek için değil, ayrışma, cepheleşme ve düşmanlıklar üreterek pozisyon elde etmek ve bu pozisyonumuzu sürdürmek için kullanan insanlar topluluğuyuz, maalesef!
Siyasetimizin ve belki hayatımızın pek çok alanının neden ‘iyi niyet’ ve ‘ahlaktan’ büyük ölçüde yoksun olduğunun net bir fotoğrafıdır bu durum.
Çünkü, duygularımızı ve çıkarlarımızı önceliyoruz!
Peki Neden Cübbeli Ahmet?
Çünkü mesele tam da Cübbeli Ahmet’lik bir mesele de ondan. Zira görüntü, AKP seçmeninin en çok da dindar kesimini rahatsız etmiş ve bu kesim meseleye ‘olgular üzerinden ve soyut değil, bilakis olaylar üzerinden ve somut’ olarak bakmıştır.
Bu kesimin yaşadığı travmayı atlatabilmesi için, güçlü bir kaynaktan tedavi görmesi gerekirdi ki, bu güçlü kaynak Cübbeli Ahmet’ten başkası olamazdı.
Çünkü bu mesele Ömer Çelik’lik, Fahrettin Altun’luk, Bülent Turan’lık bir mesele değildir. Mesele tam da Cübbeli Ahmet’lik bir meseledir.
***
Ne diyor Cübbeli Ahmet: “Camide provokasyon yapanlar Furkan Vakfı üyeleridir ki bunlar hem Fetö ile hem Pkk ile iç içe olan ve vatanımızı bölmek için uğraşan adamlardır...”
Bundan daha güçlü bir retorik olabilir miydi?
Oysa bir din adamı olan Cübbeli Ahmet, meseleyi ‘İslam dini ve akıl üzerinden ele alsa, İslam’ın bilime ve insan sağlığına verdiği öneme dikkat çekip virüsle mücadelenin önemiyle bu olayı bağdaştırsa’ daha doğru bir iş yapmış olmaz mıydı?
Olurdu ama öyle yapmadı, peki neden?
Çünkü böyle bir açıklama, arkasından sürüyle soruyu getirecekti de ondan.
Bunu yapmak yerine ‘din adamı olmanın/dinin gücünü kullanarak, siyasal alana dair mesajlar vermeyi’ tercih etti.
Başarılı oldu mu? Onu da zaman gösterecek.
Furkan Vakfı Olayı, Tarih Anlayışımızı Sorgulamak İçin Fırsattır
Bizde iki türlü tarih ve tarih anlayışı vardır.
Birincisi Osmanlıcı, ikincisi ise Cumhuriyetçi olarak tebarüz eder.
Bu iki tarih anlayışı, ötekini reddeder, hatta varlığını ötekinin varlığı üzerinden meşrulaştırır. Her kesim kendi ‘gerçek ve doğru’ tarihini yazarken, diğerinin ‘yalan ve halkına düşman’ tarihini kötü göstermeye çalışır.
Garip ama ikisi de kendilerini haklı gösterecek gerekçeleri tarihten bulup çıkarabilirler.
Bu öyle bir tarih anlayışıdır ki, vatanı düşmandan kurtaranlar ‘hain’, farklı milletleri 600 küsur yıl bir arada yaşatmayı başaranlar da ‘zalim’ olarak gösterilir!
Tarihi bu şekilde öğrenenlerin, geleceğe birlikte bakabilmesi mümkün müdür?
Şimdi anlıyor musunuz bu toplumun neden böylesine gergin, siyasetçilerin kavgalı olduğunu? Neden en temel meselelerimizi birlikte çözebilme iradesini gösteremediğimizi?
Sonra da kalkıp dış düşman ve içeride işbirlikçi arayışına kalkıştığımızı?
Oysa ihtiyacımız olan tek şey, aklımızı kullanmak ve sonuçları itibarıyla bizi ayrıştıran, aynı hayatı ve toprakları paylaştıklarımız hakkında kötü düşünmemize sebep olan tarih yazımlarını/anlayışlarını reddetmektir.
Unutmayalım, ne atalarımızı tayin etme veya reddetme imkanımız vardır, ne de onların yaptığı şeyler dolayısıyla, bugün birlikte yaşadığımız insanları reddederek yeni bir toplum yaratma imkanımız.
Öyleyse ilk olarak tarihi(mizi), dönemin şartları içinde ele almalı ve iyisiyle kötüsüyle bütün bunların bize ait olduğunu kabul etmeliyiz, ardından da bütün bu tarih hazinesinden gereken dersleri çıkarmalıyız.
Başka seçeneğimiz var mı?