Ne zaman ki ‘darbe’ meselesi tartışılır, tebessüm ederim.
Neden mi? Çünkü koca koca adamlar, milletin gözünün içine baka baka, inanmadıkları şeyleri söylerler.
Oysa, Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz…”
Yani kimin samimi olup olmadığına, siyaset ve siyasete dair tutumlarına bakarak karar vermeniz oldukça kolaydır.
Evet, ne zamanki darbeler tartışılır, hep o bildik diyaloglar tekrarlanır.
Biri ötekine, “Siz darbecisiniz” der, öteki de berikine cevap verir: “Hayır, asıl darbeci sizsiniz!”
Biri ötekine, “Siz darbecisiniz” der, öteki berikine, “Siz de rejim/devlet düşmanısınız” der. Yani ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali, bu karşılıklı suçlamalar, uzar gider.
Bizim toplumda ne yazık ki soyut düşünme yeteneği gelişmediği için, meseleler hep insanlar ve taraftarlıklar üzerinden değerlendirilir. Oysa kendisine saygısı olan insan, kişilerden bağımsız olarak olayın aslını öğrenmeye çalışmalıdır.
Gelin öyle yapalım ve bugünlerin en popüler tartışma konusu darbe neymiş, darbelere gerçekten kimler karşıymış, öğrenmeye çalışalım.
Darbe Nedir?
Darbe demek; siyasal iktidarın (ülkeyi yönetenlerin) güç kullanılarak iktidardan uzaklaştırılması ve iktidarın ele geçirilmesidir.
İktidardan uzaklaştırılan(lar) elbette bundan hoşlanmazlar. Peki ya iktidara gelen(ler)?
İktidarı darbe ile ele geçiren ‘bizim tarafta’ ise sorun yok ama ‘karşı tarafta’ ise sorun vardır. Bizdeki temel bakış açısı, maalesef budur.
Darbe, ‘Hakiki’ Demokrasilerde Kabul Edilemez
Siyasal iktidarı ele geçirme yol ve yöntemleri arasında ‘güç kullanma’ yoksa, iktidarı güçle devirme, darbe, kabul edilemez, meşru değildir.
Yani darbelerin meşru olmaması ve/veya suç olması için o toplumda, siyasal iktidarın kim tarafından, nasıl elde edileceği ve nasıl kullanılacağına dair bir teamül ya da kurallar sistemi olmalıdır. Bu sistemi halkın en az yüzde 75’i benimsemelidir.
Hepsinden önemlisi de, ‘siyasal hayatın aktörleri, bu sistemi içselleştirmelidir’. İşte bu sistem, bugün adına demokrasi dediğimiz sistemden başkası değildir.
Haliyle hakiki demokrasilerde (ve elbette ki hukuk devletlerinde) darbeler asla hoş karşılanmaz ve meşru görülmezler.
Somut örneklerle gidelim. (Eksikleri olsa da) demokratik bir siyasal sisteme sahip olan Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal iktidarı elde etme ve kullanmanın hukuki ve aynı zamanda tek meşru yolu, seçimlerden, sandıktan geçer.
Bunun temel aktörleri, siyasi partilerdir. Seçimle iktidara gelen siyasi parti (ya da partiler) belli bir süre için ‘ülkeyi/devleti yönetme hakkını’ elde ederler. Yani ‘yetki ve sorumluluğu’ üstlenirler.
Ama dikkat edin, ‘ülkeyi yönetme hakkını elde ederler’ dedim, ‘ülkenin/devletin sahibi olurlar’ demedim.
Maalesef Türk siyasal kültüründe iktidarı elde edenler, ister güçle gelsin, ister seçimle, kendilerini hep devletin/ülkenin sahibi gibi addetmişlerdir, ki bugün de yaşadığımız pek çok sorunun temelinde (darbe tartışmaları dâhil) bu anlayış vardır.
Bizde Darbeler Cumhuriyetle Başlamadı, Atalarımızdan da Darbeci Olanlar Vardı
Mesela büyük Sultan, Alp Arslan. Sultan Tuğrul Bey ölmeden önce, kardeşi Çağrı Beyin oğlu, Alp Arslan’ın da ağabeyi olan Süleyman’ın sultan olmasını istemiş, devlet erkanı da bunu kabul etmişti. Fakat Alp Arslan, Süleyman’ın sultanlığını kabul etmemiş ve güç kullanarak tahtı ele geçirmiştir, yani darbe yapmıştır.
Ha keza, Yavuz Sultan Selim de öyle. Babası II. Bayezid’in tahtı ağabeyi Ahmed’e bırakmasını kabul etmemiş, babasına karşı gelmiş, savaşmış, yenilmesine rağmen padişah Bayezid, ‘daha fazla insan ölmesin diye’ tahtı oğlu Yavuz’a bırakmıştır. Yani Yavuz, yerleşik geleneklere karşı çıkarak ve darbe yaparak tahtı ele geçirmiştir.
Peki ya II. Abdülhamid? O, hem darbeyle padişah olmuş hem de darbeyle tahtını kaybetmiştir. Nasıl mı? Amcası Sultan Abdülaziz’i öldüren ve başını Mithat Paşa’nın çektiği ekip, önce Abdülhamid’in ağabeyi V. Murat’ı tahta çıkarmış, sonra onu tahttan indirerek ‘meşrutiyeti ilan etmesi şartıyla’ anlaştıkları II. Abdülhamid’i tahta çıkarmışlardır. Yani V. Murat da, II. Abdülhamid de darbeyle padişah olmuşlardır.
Darbecilerle işbirliği yaparak iktidara gelen II. Abdülhamid, tahta çıkmasına yardım eden Mithat Paşa’yı öldürtmüş, sonra da İttihat ve Terakki’nin kontrolündeki meclisin kararıyla (aslında darbeyle) tahttan indirilmiştir.
Örnekler çok ama uzatmaya gerek yok. Erhan Afyoncu’nun ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve Darbeler’ isimli kitabından küçük bir alıntıyla devam edelim:
“Osmanlı isyanları ve darbelerinin tarihi, Fatih Sultan Mehmed’in hükümdarlığının ilk dönemindeki 1446 Buçuktepe İsyanı ile başlar ve 1913’teki Bâbıâli baskınıyla sona erer. Neredeyse Fatih Sultan Mehmed’den sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir. 36 Osmanlı padişahından 12 tanesinin isyan ve darbe ile tahtını kaybettiği göz önüne alındığında, durum anlaşılır.”
Şaşırdınız mı? 12 padişahın tahtını darbeyle kaybetmesi demek, (onların yerine gelen) 12 padişahın da darbeyle hükümdar olması demektir.
Şimdi biz ‘Osmanlı güzellemeleri’ yaparken, bu darbeyle gelen 12 padişahı, kötü olarak görüp Silsile-i Âli Osman’dan çıkaracak mıyız?
Talat Aydemir Kimdir?
Talat Aydemir ismini duydunuz mu? Kimdir? Türkiye Cumhuriyeti’nin 5. Cumhurbaşkanı olabilir mi? Aslında ‘şansı yaver gitseydi’, bugün Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde Talat Aydemir, Cevdet Sunay’ın yerinde 5. Cumhurbaşkanı olarak anılacaktı. Aksini kim iddia edebilir?
Niye alamadı peki? Çünkü darbe girişimini başarıya ulaştıramadı da ondan.
Peki sonu ne oldu? Aydemir idam edildi. Neden mi? Siyasal ‘iktidarı darbeyle devirmeye teşebbüs ettiği’ için. Üstelik de ‘hain’ ilan edildi.
İyi de Aydemir’in idam edildiği tarihten (1964) sadece 4 yıl önce (1960), Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği askerler darbeyle Demokrat Parti’yi iktidardan indirmedi mi? İndirdi. Öyleyse onlar neden idam edilmedi? Çünkü onları idam edebilecek daha büyük bir güç yoktu, haliyle ‘başarılı’ oldular ve ‘kahraman’ ilan edildiler.
Ve darbe tarihi 27 Mayıs, yıllarca Demokrasi ve Hürriyet Bayramı olarak kutlandı. Gerekçe neydi? Ülke, demokrasiyi ayaklar altına alan, baskıcı Demokrat Parti iktidarından kurtarılmıştı! Kurtaran kimdi? Askerler. Öyleyse kahraman olmalıydılar.
Peki Demokrat Parti, hukuka uygun seçimlerde, halkın oyuyla işbaşına gelen ilk parti değil miydi? Evet öyleydi. Garip değil mi?
Kafanız karışmasın ve lütfen ideolojik bakıştan, bilhassa bağlı olduğunuz (sağcı ya da solcu) partinin sizi yönlendirmesinden ‘geçici de olsa kurtulun’ ve anlamaya çalışın.
12 Eylül’e Gelelim
12 Eylül 1980’de asker, ‘emir-komuta zinciri içinde’ darbe yaptı, iktidara el koydu.
Evren ve arkadaşları ‘kahraman’ ilan edildiler. Neden mi? Hem başarılı oldular hem de halkın büyük kısmı darbeyi olumlu karşıladı da ondan.
Peki neden? Çünkü ülkede anarşi, kaos ve iç savaş vardı. Ve siyasetçiler, buna engel olmak için hemen hiçbir şey yapmıyordu. Evet, yanlış okumadınız, açın, yakın tarihi okuyun. Ülke kan gölüne dönerken, bölünmenin eşiğine gelirken, siyasetçiler anlamsız kavgalarla koltuk derdinde idi.
Ve halk, Kenan Evren’in o tiz sesinden yankılanan cümleleriyle, ordunun yönetime el koymasını büyük bir memnuniyetle karşılamıştı.
Eğer o dönemin 4 büyük siyasal aktörü, ‘Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’ bir araya gelip, “Yahu bu ülke nereye gidiyor böyle, bırakalım sen-ben kavgasını da birlikte hareket edelim, ülkeyi düşünelim” deselerdi, darbe olur muydu?
Birazcık siyaset ve tarih bilenler bilir ki, darbe olmayacaktı.
Yok ABD planlamış da, aynı silahla sağcı ve solcu öldürülmüş de, şartların olgunlaşması beklenmiş de…
İyi güzel de, sen çanak tutarsan, nefsine esir olur aklını kullanmazsan, elin adamı da seni işte böyle tepe tepe kullanır. Şimdi suç seni kullananda mı, yoksa ona kendini kullandıran sende mi?
Bütün Darbeler Ulvi Amaçlar İçin Yapılır!
Darbelerin hiçbiri kötü bir amaç için yapılmaz. Yani her darbe, ülkenin ve milletin iyiliği için yapılır. En azından darbeleri yapanlar, hep böyle söylerler. Peki öyle midir?
Gariptir ama darbeler yapıldıktan sonra eğer ülkenin sosyo-ekonomik ve haliyle siyasal düzeni değişmezse (ki genellikle değişmez), sadece iktidarı kullananlar yer değiştirir. Halk, yani büyük çoğunluklar, küçük mutlu azınlıklar tarafından yönetilmeye ve sömürülmeye devam eder. Haliyle darbecilerin ‘ulvi amaç’ söylemleri, çoğu kez ‘darbeyi meşrulaştırma çabasından’ başka bir şey değildir.
Sonra darbeciler, yaptıklarına hiçbir zaman darbe de dememişlerdir. Onlar ya ‘rejimi ve devleti, hatta ülkeyi kurtarmak için’ kötü gidişe dur demişlerdir ya da ihtilal yapmışlardır.
31 Mart ve 27 Mayıs: Her İkisi de Devlet ve Rejim İçin Yapılmadı mı?
Türkiye’deki darbe tartışmalarını anlamak için iki müşahhas örnek vardır. Birincisi Osmanlı döneminde yaşanan 31 Mart ayaklanması, ikincisi de Cumhuriyet döneminde yaşanan 27 Mayıs darbesidir.
Cumhuriyet dönemindeki darbelere karşı olanlar, 31 Mart’ın darbe olduğunu kabul etmezler. Bu kesime göre ayaklanan askerler ve halk, padişahın iktidarını gasp eden ve dış güçlerin maşası olan İttihat ve Terakki yönetiminin zulmüne karşı harekete geçmiştir. Oysa İTP, seçimle iktidara gelmiştir.
Ayaklanma İttihat ve Terakki yanlısı askerler tarafından bastırılınca ve II. Abdülhamid tahtını kaybedince, bu kez de olayların dış güçlerce tertiplendiğini ve ayaklanmaya katılanların aldatıldığını savunurlar.
Ama aynı cephedekiler, 27 Mayıs ve 12 Eylül’ü darbe olarak görürler. Neden mi? Sebebi çok basit. Çünkü 31 Mart padişahı ve Osmanlı sistemini/rejimini korumak adına, 27 Mayıs ve 12 Eylül ise Türkiye Cumhuriyeti devleti ve rejimini korumak adına yapılmıştır da ondan. Aksini kim iddia edebilir?
Peki Cumhuriyet dönemindeki darbeleri savunanlar, bilhassa 27 Mayıs’ı göklere çıkaranlara ne demeli? Onlar da 31 Mart’ın gerici bir darbe olduğunu ileri sürürken, 27 Mayıs’ı rejimi ve devleti kurtaran bir ihtilal olarak tanımlamışlardır.
İyi de 31 Mart’ta ayaklananlar da, 27 Mayıs’ta iktidarı devirenler de, seçimle gelen iktidara karşı aynı şeyi yapmadılar mı? Yaptılar. Öyleyse neden 31 Mart’a darbe diyenler 27 Mayıs’a darbe demiyor, ya da 27 Mayıs’a darbe diyenler 31 Mart’a darbe demiyor?
Çünkü mesele seçimle işbaşına gelen iktidar meselesi değildir, mesele, rejim ve sistem meselesidir.
Darbelere Dair 2 Temel Soru ve Cevapları…
Darbenin kim tarafından ve kime karşı yapıldığından bağımsız olarak, ne olduğuna dair epey bilgi sahibi olduk. Sıra 2 temel soruya geldi:
Birinci soru: ‘Darbe yapacak kadar güçlü olsaydık, muhaliflerimizi güç kullanarak etkisiz hale getirir miydik?’
İkinci soru: ‘Darbeyi yapanlar bizden olsalardı (yani bizimle aynı dünya görüşüne sahip ve aynı hedefe yönelik hareket etselerdi) yine de darbelere karşı çıkar mıydık?’
Biraz soyut düşünelim ve hayal edelim.
Bugün orduda sosyalist düşünce mutlak hâkim olsa, ülkenin düzeninin değişmesine inanan sosyalistler, ordu eliyle iktidarın el değiştirmesine tepki gösterir miydi? Göstermezdi, çünkü ordu ‘ideal bir amaç uğruna’ bunu yapmış olurdu. Sosyalizmi kendi hayatlarına bir türlü tatbik edemeyen solcu romantiklere göre, halk zaten bilinçsizdir, kendi menfaatinin hilafına hareket eder. Haliyle halkın günün birinde bilinçlenmesini ve böylece sistemin değişmesini beklemek boş bir hayaldir, öyleyse bu yönde yapılacak bir darbe, darbe değil, bilakis bir ihtilaldir.
Sosyalistler böyle de, şeriat devleti isteyen, fakat şeriatın temel hükümleriyle uzaktan yakından alakası olmayan sağcı romantikler farklı mı? Değil elbette. Yani orduda İslamcı görüş hâkim olsa, askerler şeriat devletinin kurulması için darbe yapsa ve iktidarı ele geçirse, buna tepki gösterirler miydi? Asla, alkışlarlardı bile. Çünkü onlara göre ‘peygamber ocağı ordu’, kendinden bekleneni yapmış olurdu. Çünkü halk, nefsinin istikametinde hareket eder ve doğru yolu bir türlü bulamaz, öyleyse kurtarıcıya muhtaçtır.
Peki ya halkın baskı ve korkuyla yönetilmesi gerektiğini savunan faşizan düşüncedekiler? Onların istediği düzeni kuracak bir darbeye karşı çıkarlar mıydı? Çıkmazlardı elbette. Başka ideolojileri ya da çıkar gruplarını ekleyerek listeyi uzatmak mümkün…
Yani hangi ideoloji ya da partiye mensup olursa olsun, kişi ya da parti, “Darbeyle ulaşılacak sonuca, demokrasiyle, ikna ile ulaşacağım. Kusura bakmayın, benimle aynı dünya görüşünü paylaşsanız da size destek veremem” der mi? Demez mi? Siz karar verin.
Yazı uzadı ama mesele çok önemli. Çünkü ‘hoşumuza giden yazıları yazanlar’, meseleye objektif bakmıyor ve tarafgirlik yaparak, olayları din, iman, rejim ekseninde ele alarak gerçekleri öğrenmemizi istemiyorlar.
Darbeye Nasıl Karşı Olunur?
Bir kişi ya da parti, ‘darbecilerle aynı dünya görüşünü paylaşsa da’ darbeye gerçekten karşı olamaz mı? Çok az da olsa, böyle bir ihtimal vardır. Çünkü bu oldukça zordur ve bedel ödemeyi gerektirir.
Şimdi darbeye nasıl karşı olunur, açıklamaya çalışalım.
Darbeye karşı olmanın yolu; ülkedeki siyasal mücadelenin sınırlarını çizen (eksik de olsa) siyasal ve hukuksal sistemi benimsemekten ve bu eksikleri sistemin içinde kalarak çözmeye çalışmaktan geçer. Ama lafta veya mecbur olduğunuz için değil, dürüstçe, yüreklice.
Darbeye karşı olmanın yolu; gücü ve devlet imkânlarını eline geçirenlerin, hasmını, muhalifini bu imkânlarla susturmaya, etkisizleştirmeye çalışmamasından geçer.
Darbeye karşı olmanın yolu; bu ülkedeki herkesin eşit yurttaşlar olduğunu kabul etmekten, kimsenin kiracı ya da sığıntı olmadığını içselleştirmekten geçer.
Darbeye karşı olmanın yolu; seçimle işbaşına gelen iktidarın ve o parti mensuplarının inançları, yaşam biçimleri dolayısıyla küçümsenmemesinden, hem onları seçen halkın tercihlerine saygı gösterilmesinden hem de seçilen iktidarın hukuka uygun yönetimine rıza gösterilmesinden geçer.
Darbeye karşı olmanın yolu; sandıkta kazanamayınca ‘ordu göreve’ diye pankart açmamaktan geçer. Fakat bu pankarttan rahatsız olanların da, iktidar gücünü ellerinde bulundurdukları için ‘iktidarı, devlet gücünü kullanarak muhalifleri susturmaya teşvik etmemesinden’ geçer.
Darbeye karşı olmanın yolu; bu ülkenin kaynaklarında ve zenginliklerinde, herkesin hakkı olduğunu kabul etmekten ve herkesin bu zenginliklerden adil bir şekilde faydalanması için çalışmaktan geçer.
Darbeye karşı olmanın yolu; inancını, fikrini, düşüncesini, yaşam biçimini, tercihlerini beğenmesek de, ‘kamusal düzenin bozulmaması ve yerleşik değerlerin istismar edilmemesi’ şartıyla herkesin inandığı hayatı yaşamasını kabul etmekten geçer.
Çünkü bu ülkenin geleceğinde, bu topraklarda yaşayan herkesin hakkı vardır ve bu gelecek, ancak ve ancak (sağcısıyla-solcusuyla) herkesin birlikte inşa edebileceği bir gelecektir.
Darbeye karşı olmanın yolu; bu ülkenin tarihine ve sosyolojisine uygun olmayan ham hayaller peşinde koşmamaktan geçer.
Hasılı, darbeye karşı olmanın yolu, bu ülkenin kimsenin ‘babasının malı olmadığını’ anlamasından, kabul etmesinden geçer.
Eğe bunları kabul ediyor ve daha önemlisi hayatınıza tatbik ediyorsanız, darbeci olmanız mümkün değildir.
Yok tersini yapıyorsanız, sabahtan akşama kadar ‘ben darbeye karşıyım’ ya da ‘gücü elime geçirsem ben darbe yapmam’ deseniz de, kimseyi inandıramazsınız.