Koronavirüsün yeniden yükselişe geçmesinin, hayatı alt üst etmesinin sorumlusu bulundu:
“Tedbirlere riayet etmeyen, rehavete kapılan vatandaşlar!”
Ne güzel değil mi?
Öyle ya, her şeyde muhalefeti suçlamak artık kabak tadı verdi, dış güçler de diyemeyiz, çünkü inandırıcı olmaz. Geriye asıl sorumlu olan iktidar ve vatandaşlar kalıyor.
Haliyle tercih vatandaştan yana kullanıldı, şaşırtıcı değil tabii.
Biz, bu yazıda asıl sorumlunun kim olduğunu, iktidarın ‘vatandaş’ ve ‘halk’ algısı üzerinden giderek, ‘seçim’ örneğiyle ortaya koymaya çalışacağız.
Kişi Ne Zaman ve Nasıl Sorumlu Olur?
Gerçekten virüsün yeniden hortlamasında temel sorumlu, maske, mesafe ve temizlik kurallarına riayet etmeyen vatandaş olabilir mi?
Önce şu sorunun cevabını verelim: “Bir kişi, ne zaman ve nasıl sorumlu olur?”
O kişi, hukuki terimle ifade edersek, ‘mümeyyiz’ ve cezai ehliyete sahip olmalıdır ki yapıp ettiğinden sorumlu olsun.
Yani kişi, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek durumda olmalı, yaptığı hareketlerin sonucunu da kestirebilmeli.
Bunun yanında o kişi, yaptığı hatalı veya kasıtlı davranışlar sebebiyle de, yol açtığı zarardan dolayı, mesela ‘başkalarına virüsü bulaştırdığı veya tedbirleri halife alarak kötü örnek olduğu’ için de, hukuken hesap verecek durumda olmalı, vermeli. Durum böyle mi? Büyük ölçüde böyle değil.
AK Parti Halka Fazla mı Güveniyor?
Öyleyse, böylesine önemli bir meselede, sorumluluğu vatandaşa yüklemek ve ortaya çıkan neticeden vatandaşı sorumlu tutmak doğru bir yaklaşım olabilir mi?
Acaba AK Parti, diğer partilerin değer vermediği, iradesine ve tercihlerine saygı göstermediği ! vatandaşları, ‘mümeyyiz ve yetkin birer birey olarak kabul ediyor da ondan böyle davranıyor’ olabilir mi?
Yani böylesine önemli bir konuda bile, halkın sorumluluk anlayışıyla hareket edeceğine olan inancı ve güveni, iktidarı böyle davranmaya sevk ediyor olabilir mi?
Oysa hepimiz biliyoruz ki, ne halkımızın büyük kısmı bu sorumlulukta ne de ülkemizin düzeni bunu sağlayacak yetkinlikte. Peki ya iktidarın bakışı?
Örnekler bol ama biz sadece seçim sürecini tahlil ederek düşüncelerimizi temellendirmek istiyoruz.
AK Parti’nin Sorumluluk Anlayışı ve Seçimler
Siyasal iktidar, AK Parti, seçimler sırasında mitingi, propagandayı yapıp, sonra da işi seçmene bırakıyor mu?
“Ben diyeceğimi dedim, şimdi sıra sizde. İkna olmuşsanız oyunuzu bize verin, olmamışsanız gidin istediğinize verin, serbestsiniz” diyor mu?
Demiyor elbette. Peki, ne yapıyor?
Son dakikaya kadar adama adam markaj uyguluyor, ‘mümkün olduğunca fazla rey alabilmek için bütün yöntemleri deniyor’, yani işi asla şansa bırakmıyor.
Seçim kararı alındığı andan itibaren başlayan bu uygulama, seçim yasaklarının başladığı tarihe, hatta sandıkta son seçmen reyini kullanana kadar devam ediyor.
Peki neden?
“Tamam, ben ikna oldum, oyumu AK Parti’ye vereceğim” diyen mümeyyiz seçmenin iradesine, sözüne güvenilmiyor mu?
“Beşerdir, şaşar” mantığıyla olaya yaklaşılıyor ve iş asla şansa bırakılmıyor.
Hepsi bu kadar mı? Değil elbette.
AK Parti seçim çalışmaları yaparken, yani seçmenin oyunu talep ederken, yaptıklarını, yapacaklarını, vaatlerini anlatarak seçmeni ikna etmeye çalışmakla yetiniyor mu?
Yetinmiyor. Başka ne yapıyor?
Seçmenin, bilhassa kendisine yakın seçmenin yanılıp da başta CHP olmak üzere muhalefete oy vermemesi için de gerekeni yapıyor!
Halktan yönetme yetkisi ve sorumluluğunu alan AK Parti, yetkiyi kendisi kullanıyor ama sorumluluğu muhalefete yüklüyor.
Bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak gösterilen ‘muhalefete oy verilmemesi, eğer verilirse bunun hangi büyük felaketlere yol açacağı’ hususunda seçmenler layıkıyla ve etraflıca bilgilendiriliyor!
Amaç ne?
Sakın ola ki seçmenlerin iradesi yanılmasın, olur ya, maazallah gider muhalif bir partiye oy verirler.
Bitti mi? Bitmedi tabii…
Oylar kullanıldıktan sonra, sıra sandıklara sahip çıkılmasına geliyor. Yani sandık görevlilerine, “Ne yapacağınızı biliyorsunuz, hadi bakalım, Allah kolaylık versin” denilip iş bırakılmıyor.
Ne yapılıyor? Seçimin ardından yeni bir organizasyon başlıyor, ta ki oyların sayımı yapılıp da, çuvallar mühürlenene kadar.
Bitiyor mu? Biter mi hiç. Mücadele gevşekliğe, rahatlığa prim verilemeyecek kadar büyük ve oldukça önemli.
Sırada seçim kurullarındaki sayımlar, işlemler var.
“Daha önceden belirlediğimiz şekilde, görevlilerimiz gitsin görevlerini yapsınlar” denilip bırakılıyor mu?
Asla, son ana kadar, ‘bir reyin dahi zayi olmayacağı şekilde’ mücadele devam ediyor.
O kadar ki, bu uzun gün ve gece, bu tam saha pres, seçim sonuçlarının resmi olarak açıklanmasına kadar devam ediyor.
Şimdi soralım: “Bunca çaba, gayret nedendir?”
Cevap: “Seçimin kazanılması, iktidarın sürdürülmesi” için.
Peki seçim ne için, hangi amaçla kazanılmak isteniyor?
Sorulduğunda, “Ülkeye, vatandaşa hizmet” diyorlar.
İyi de o hizmet etmek için çırpındığınız halkın, vatandaşın sağlığı şu anda bir virüs yüzünden tehdit altında değil mi?
Öncelik İktidar Değil, Halk Olmalı
İktidarın yaşatılması için gösterilen onca çabanın, aynı hassasiyetle halkın yaşatılması için de gösterilmesi gerekmez mi?
İktidarın yaşatılmasının temel amacı halk ise, burada bir ‘öncelik-sonralık ve araç-amaç problemi’ yok mu?
Oyunu almak için onca çaba gösterdiğiniz, iradesiyle bir an baş başa bırakmadığınız o halkın/vatandaşın, virüsle mücadelede iradesiyle baş başa bırakılması, doğru bir politika mıdır?
Tam “yok oldu, oluyor, bitiyor inşallah” derken yeniden artan bu hastalık için de, halka rehavete kapılma ve kurallara uymama eleştirisi getiriliyor.
Akıllara zarar bir açıklama bu.
İşine geldiğinde ‘halkı mümeyyiz kabul edeceksin, sorumluluk yükleyeceksin’, işine gelmediğinde ise ‘bir vâsi gibi davranacaksın’, attığı her adımı, aldığı her nefesi yakından takip edeceksin!
Yönettiğiniz Ülkeyi, Halkı Tanımadan Başarılı Olamazsınız
Siyasetçiler, idare ettikleri veya idaresine talip oldukları ülkeyi, o ülkenin halkını çok iyi tanımak zorundadır.
O ülkenin tarihini, coğrafyasını, kültürünü ve bilhassa insanını tanımadan yönetime gelmek veya yönetime talip olmak, ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Çünkü ‘bu ülke, sadece onu yönetenlerin/yönetmeye talip olanların değil, bugün bu topraklar üzerinde yaşayan ve gelecekte de yaşayacakların ülkesidir’, haliyle sorumluluğu ağırdır.
Evvelâ, ülkeyi yönetenlerin, saniyen yönetime talip olanların, bu sorumluluğa ve ağırlığa uygun tutum ve davranışlar içinde olması, en büyük temennimizdir.
Yazımızı, okuduklarımızı pekiştirecek soruyla bitirelim:
“Virüsle mücadele mi, yoksa seçimlerin kazanılması mı daha kolaydır?”