Bu mahkeme, Anayasa Mahkemesi olsa da böyledir, yerel mahkeme olsa da böyledir.
Nasıl mı? Anlatayım.
…
Yanlış bildiğimiz şeylerden biri şudur:
‘Adalet ile hukuk, aynı şey değildir.’
Çünkü adalet AMAÇ, hukuk ise ARAÇTIR.
ASLOLAN ADALETTİR, hukuk ise adaletin tesisinde gerekli araçlardan sadece biridir ama EN ETKİLİSİ VE GÜÇLÜSÜ DE DEĞİLDİR, hiçbir zaman da olmamıştır.
…
Bir ülkeyi kim/ne yönetir? Siyaset.
Bir ülkede, o ülkenin kaynak ve imkânlarından kimlerin, nasıl ve ne kadar yararlanacağını (haliyle kimlerin de nasıl yararlanamayacağını) belirleyen kimdir? Siyaset.
Bir ülkede halkın ne yiyeceği, ne giyeceği, nasıl eğleneceği, neyi seyredeceği, ne kadar kazanacağı, ne kadar harcayacağı, ne zaman uyanacağı, ne söyleyeceği, neyi tartışacağıyla,… yani günlük yaşamıyla ilgili kararları veren kimdir? Siyaset.
Peki adaletsizlikler nerede cereyan eder? Günlük yaşamın işte bütün bu alanlarında…
Hukuk sistemi (mahkemeler-hakimler-savcılar) gelir dağılımındaki adaletsizliklere, fırsat eşitsizliklerine, haksız kazançlara, yolsuzluklara, liyakatsizliklere, … müdahale edebilir mi? Edemez.
Hal böyleyken, HUKUKTAN ADALET BEKLEMEK, BULUTSUZ HAVADA YAĞMUR YAĞMASINI BEKLEMEKTEN DAHA ANLAMSIZ değil midir?
…
Hukuk kurallarını, kanunları kimler çıkarır? Siyasetçiler.
Kimler uygular? Siyasetçilerin seçtiği ve atadığı isimler.
Nasıl uygular? Siyasetçilerin oluşturduğu kurumlar eliyle ve anlayışlar doğrultusunda…
Öyleyse, hukuk (maddeleri de) siyasidir.
Çünkü her bir hukuk maddesi (kanun), siyasi-sosyolojik-iktisadi-ideolojik bir amaca matuftur, onu gerçekleştirmek (veya gerçekleştirmemek) için çıkarılmıştır.
Hal böyleyken, siz hâlâ hukuk sisteminden adalet mi bekliyorsunuz?
…
Peki bir ülkede, adaleti kim tesis eder, etmelidir?
Elbette ki siyaset.
Buradan, ‘adaletin hâkim olduğu ülkelerdeki siyasetçilerin de adil oldukları/davrandıkları’ sonucuna varabiliriz.
Tersi de şudur: ‘Bir ülkede adaletsizlikler ayyuka çıkmışsa, bunun tek müsebbibi adil olmayan/davranmayan siyasetçilerdir!’
…
Bizim yanlış anladığımız şeylerden biri de şudur:
“Adalet ile merhamet aynı şey değildir!”
Adalet, neticeleri bakımından ilahi boyutta merhamettir, lakin fert boyutunda merhamet değildir.
Bilakis adalet, nefse hoş gelmediği için inciticidir, can yakıcıdır…
…
Şayet bir ülkede siyaset kurumu, adaleti tesis etmez ve bunu sürdürmekte ısrarcı olursa, sonuç ne olur?
İşte orada (siyaset) felsefesi ve sosyoloji devreye girer.
Bu alanlar, siyasetçilerin hukuk gibi düzenleyebildiği, evirip çevirebildiği, işine geldiği gibi kullanabildiği alanlar değildir.
Zira felsefe ve sosyolojinin kendine has bir lisanı vardır, onlar siyasetçilerin hiç de hoşlanmadığı o lisandan konuşurlar.
Onların kelimelerini (ne konuşacağını) üreten, belirleyen şey ise toplumdur, yaşananlardır, hayatın bizatihi kendisidir.
Ve bu iki bilim, o biçim adildir, lâkin hiç merhametli değildir!
İlahi kanun şudur:
“Eğer şartlar/sebepler hazır olmuşsa, sonuç kaçınılmazdır, bunu hiçbir güç engelleyemez!”
Hiçbir güç vurgusunu özellikle yaptım, zira cüz’i iradeye sahip insanların sebepleri/şartları hazırlaması durumunda, sonucun kaçınılmazlığı kanunu yaratan, irade-i külliye sahibi Yüce Allah’tır.
Ve bu iki bilim sıklıkla konuşmaya başlamışsa, ortada bir meşruiyet problemi var demektir.
…
Şaşırdığımız, anlayamadığımız şey neydi?
Bir ülkede ekonomiyi, sağlığı, eğitimi yönetmek gibi hukuku uygulamakla da görevli bir iktidar, nasıl olur da Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımaz/uygulamaz?
Artık bu sorunun cevabını bulduğumuza göre şaşkınlığımız da sona ermiştir.
Cevabı bulmak, şaşırmamak elbette ki durumu kabullenmek değildir!
HUKUK NEDİR, NE İŞE YARAR?
Peki adaleti tesis etmede yeterli olmayan hukuk nedir, ne işe yarar?
Hukuk demek, oyunun kuralları demektir.
Yani oyunun nasıl oynanacağını, tarafların nasıl hareket edeceğini belirleyen şeye, hukuk denir.
Ya oyuncular, bu kurallara uymazlarsa ne olur? Cezalandırılırlar!
Cezayı kim verir? Hukuk sistemi.
Kim uygular? Siyaset kurumu.
Demek ki hukukun emrinde olduğu düşünülen kolluk kuvveti (polis, jandarma), yani güç, aslında siyasetin kontrolünde ve emrindedir.
Yani hukukun, siyaset istemediği müddetçe, verdiği cezayı uygulayacak bir gücü bile yoktur!
O hep korkulan/ürkülen mahkemeler, yani hukuk, aslına bakılırsa bu kadar güçsüz bir durumdadır!
Hülasa, bir ülkede oyunun kurallarına itibar gösterilmiyorsa ve siyasetçiler hukuka sahip çıkmıyorsa, orada hukukun gücünden başka itibarı/saygınlığı da kalmamıştır.
Ve hukuk, bu durumdan, kendi araç ve yöntemlerini kullanarak asla kurtulamaz!
Bugün ülkemizde yaşanan şey budur.
…
Hukuk, nerede saygındır?
Onu dikkate alanların yaşadığı ülkelerde?
Daha net bir deyimle, hukuku tanıyanların ve ‘hukuk kurallarına uyularak oynanan oyunun sonucuna da rıza gösterenlerin’ yaşadığı ülkelerde.
Bizde neden böyle değildir?
Çünkü bizde ‘oyunun kurallarının belirlenmesinden uygulanmasına kadar adil olmayan, (aynı durumdaki) herkese eşit uygulanmayan bir kurallar ve uygulayıcılar sistemi’ vardır.
İşte temel problemlerden biri de buradadır.
...
Ülkenin sosyolojisi ve ‘insanların iddialarıyla uyumlu olmayan’ bu sistem, herkese ve her kesime kendince ‘hukuku ihmal, ihlâl ve ihtar etmeyi meşru gösterecek’ gerekçeler sağlamaktadır.
Bugünkü iktidar da aynısını yapmaktadır, yani kendince meşruiyet gerekçeleri bulmakta/üretmekte ve hukuku işine geldiği gibi evirip çevirmektedir.
Tıpkı geçmişteki iktidarların yaptıkları, tıpkı eline güç geçerse birilerinin yapmayı hayal ettikleri gibi!
Bu farklı anlayışlar ve beklentiler, her kesimin birbirine karşı uyguladığı yöntemleri, maalesef meşrulaştırmaktadır.
‘Onlar geçmişte yapmıştı…’ ile başlayan meşrulaştırmanın zaruri sonucu, ‘gelecekte de yapabilirler…’ olmaktadır. Haliyle gelecektekine muhatap olmamanın yolu, bugün sana yapılmasını engelleyen şeyin, yani gücün, yani iktidarın kaybedilmemesine bağlıdır.
…
Hal böyle olunca eğer netice istediğimiz şekilde olursa, ‘adalet tecelli etmiş’, istemediğimiz şekilde olursa, ‘hukuk siyasileşmiştir!’
Peki bu durumu, anlayışı değiştirmekle mükellef olan kimdir? Siyasetçiler.
Öyleyse neden değiştirmiyorlar?
Çünkü herkesin dâhil olduğu bir oyunun kurallarının, ‘herkesi dikkate alarak ve yine herkesle birlikte belirlenmesi durumunda’, İSTİSMAR EDİLECEK ALANLARIN KALMAYACAĞINDAN KORKUYORLAR da ondan.
Tıpkı geçmiştekiler gibi!
İşte o nedenle, durumu düzeltmekten anladıkları şey, istenilen kararları vermeyenlerin itibarsızlaştırılması, o kurumların tartışılır hale getirilerek itibar kaybına uğratılması ve sağlanan görece meşruiyet üzerinden kurumlara veya kurumları temsil edenlere ŞEKİL VERİLMESİDİR.
Bilmedikleri şey ise şudur:
Bunlar asla kalıcı çözümler değildir, siz bütün hukuk sistemini ‘kurşun askerlerinizden oluşacak tarzda düzenleseniz’ de netice alamazsınız, çünkü Felsefe ve Sosyoloji, bir kenarda Yaratıcısının onlara verdiği görevleri icra etmeyi beklemektedir!
Göremedikleri şeylerden biri de şudur:
“Bugün size bunları yapma imkânını veren şey de, felsefe ve sosyolojidir!”
…
Demek ki oyunun kurallarına göre oynanması durumunda ortaya çıkacak netice hoşumuza gitmeyecekse, kısa vadede o kuralı tanımayacağız, uzun vadede ise o kuralı değiştireceğiz. Ta ki netice, istediğimiz şekilde tecelli edene kadar!
Devlette durum böyle olunca yukarıdan aşağıya doğru her kurum ve herkes, benzer yöntemleri kullanmakta ve hukuku işlevsizleştirmektedir.
Niye şaşırıyorsunuz ki! Zaten Türkiye’de yaşanan hep bu değil miydi?
İşine gelmeyen durumlarda hukuku ‘rızaen’ tanıyan kim(ler) vardı? Eğer hukuk sistemi, siyasetle/güçle desteklenmemiş olsaydı, kim ondan korkardı? Hiç kimse!
İşte bugün bizim ülkemizde yaşanan şey, BU ANLAYIŞIN SONUÇ DOĞURACAK TARZDA TECELLİ ETMESİ değil midir?
Zaten halk(ın büyük kısmı), popülizm şurubuyla sarhoş edilmiş vaziyette, gerçekleri görebilme yetisini kaybetmiş değil midir?
…
Unutulan şey şudur:
“Hukukun böylesine işlevsizleştirildiği ve itibarsızlaştırıldığı durumların sonunda bozulan şey sistemdir. Hasımların bertaraf edilmesi pahasına sistemin bozulması, her zaman beklenen neticeyi, faydayı sağlamaz."
Çünkü popülizm şurubunun/içkisinin etkisini sürekli kılmak kolay şey değildir, tarih bunu başarabilen hiç kimseyi kaydetmemiştir.
Şayet ‘meydanda tek başına kalmayı’ başarı olarak görüyorsanız, unutmayın ki, popülizmin sarhoşluğundan uyanacak halk, muhatap olarak karşısında sadece sizi bulacaktır!
Dedim ya mesele felsefe, sosyoloji biraz da ekonomidir…
Gerisi hikaye!