1xbet betist supertotobet
istanbul escort istanbul escort bayan
konya escort
istanbul escort
https://home.gis.gov.gh/
Bugun...


Mustafa USTA

facebook-paylas
Trabzonspor’a Komplo mu Kuruldu?
Tarih: 21-07-2020 16:07:00 Güncelleme: 21-07-2020 16:11:00


 

Komploları seviyoruz.

Neden mi?

Çünkü başarısızlığın sebeplerini kendi dışımızda aramak gibi bir kültürümüz/özelliğimiz var.

Çünkü kendimizle yüzleşmekten korkuyoruz.

Haliyle ortada bir başarısızlık varsa, ki var, bu bizim dışımızdadır, bunda bizim ‘miskali zerre nispetinde’ bir sorumluluğumuz yoktur, olamaz da.

Sorumlu varsa, dış güçlerdir, mihraklardır, odaklardır.

Yoksa NŞA (normal şartlar altında) Trabzonspor kesin şampiyon olurdu!

***

Niye şaşıyoruz ki?

Burası Türkiye değil mi?

Yukarıdan aşağıya doğru gelelim.

Hükümet/iktidar başarısız olunca, ne yapıyor?

Londra’dan başlayıp Mozambik’e kadar uzanıyor, dış güçleri arıyor…

İşsizlik de, enflasyon da, hayat pahalılığı da, gelir dağılımındaki adaletsizlikler de, hukuka olan güvensizlik de, toplumsal ayrışmanın derinleşmesi de,… hep dış güçlerin ve onların içerideki işbirlikçileri, maşası olan muhalefetin ! işi değil midir?

Yoksa böyle mi olurdu?

Bu dış güçler, hele hele onların oyununa bilerek (hain) bilmeyerek (cahil) gelenler var ya, az akıllı olsalar, iktidarın yanında yer alsalar, muhalefeti terk etseler, Türkiye cennet olurdu!!!

Yahu sormazlar mı adama, iş bu kadar kolay olacaksa, halk sizi o makamlara neden seçti?

Yanlış siyasal kararların iktisadi, siyasi, içtimai, kültürel maliyetlerini, o kararların alınmasına sebep olan şartların oluşmasında, ‘hiçbir sorumluluğu olmayan insanlara’ ödetmenize, dış güçler mi sebep oluyor?

***

Gelelim muhalefete.

Seçimler yapılır, muhalefet kaybeder?

Gelişmiş demokrasilerdeki gibi kazananı tebrik mi eder? Etmez elbette. Ne yapar? Gerekçe arar. Nerede? Kendi dışında.

Eğer seçimde başarısız olmuşsa, seçim şaibelidir, ortada bir tertip vardır!

İktidar, devletin imkânlarını kullanmıştır, haksız rekabet yapmıştır!

Ne yapacaktı, bu imkanları ! kullanmayacak mıydı? İktidarı kaybetmenin ‘sıfır toplamlı bir oyun’, her şeyi kaybetmek demek olduğu bir ülkede, geçmiş iktidarlar ne yaptı ki, bu iktidar ne yapacaktı?

“Gel eşit şartlarda yarışalım” mı diyecekti?

Marifet, eşit olmayan şartlarda iktidara gelebilmekte değil mi?

Haliyle iktidar devletin gücünü kullanırken, sen de muhalefetin gücüyle karşılık vereceksin.

Ve muhalefetin gücünü, asla küçümsemeyeceksin!

***

Sonra şu menfaatlerini iktidarın devamında gören ‘küçü(cü)k azınlıklar’, kaymak tabaka meselesi…

Bu azınlık, ne yapacak sanıyorsun?

“İktidara gelirsek, sizin işinizi bitireceğiz” diyeceksiniz, o adamlar da “Hay Allah sizden razı olsun. Ne yapalım biz kendimize, nefsimize engel olamıyoruz, siz gelin de bizi düzeltin” mi diyecekler?

Yani problemlerin sebebi olarak gördüğünüz/gösterdiğiniz (ve büyük oranda da haklı olduğunuz) bu adamlar, çevreler, kendi sonlarını getireceğini bile bile, size altın tepsi içinde iktidar mı sunacaklar?

Senin muhalefet olarak görevin, ülkeyi, haliyle halkı, belki de insanlığı, siyaset üreterek o azınlıktan kurtarmak değil mi?

Bunu yapamayacaksın, sonra çıkıp mazeret üreteceksin!

Yahu dikensiz gül bahçesinde yapılsaydı bu siyaset, onu sokaktan geçen de yapardı, sana ne gerek vardı?

***

Bizde öğrenci başarısız olur, sorun ya hocadadır, ya da eğitim sisteminde.

Neden mi? Çünkü çocuk anasından, babasından, öğretmeninden hep böyle görmüştür.

Bir başarısızlık varsa, problem, sebep kesinlikle bizim dışımızda olmalıdır!

Karı-koca anlaşamıyorsa, sebep dışarıdadır.

Birileri çekemiyordur, büyü/sihir yaptırıyordur, kem gözler devrededir, hatta cinler bile buna sebep olabilir!

Oysa bütün mesele, ortak yaşam ilişkisini (gerçekçi bir şekilde) düzenleyememekten ibarettir, ama bunu göremeyiz.

***

Bizde patron işçiden, işçi patrondan şikâyet eder.

Amir memurdan, memur amirden şikâyet eder.

Tarihimizi yazanlara bakın, (önemli bir kısmı) devletin yıkılışından tutun da savaşların kaybedilmesine, saray darbelerine kadar, sorunu hep dışarıda ararlar.

Türk milletinin, birlik ve beraberliğimizin ezeli ve ebedi düşmanları vardır…

Din/bayrak/namus düşmanlarıdır bunlar…

Onlar olmasaydı, yıkılır mıydı onca devlet, söner miydi onca hanedan?

O kadar ki, Afrika’nın etrafını dolaşıp da alternatif ticaret yolu buldukları için Avrupalılara olan kızgınlığımız halen dinmedi!

***

Yahu biz değil miyiz şeytanın varlığıyla avunan!

Sorumluluklarımızı yerine getirmeyiz, sonra çıkıp mazeret üstüne mazeret üretiriz.

“Eğer şu şeytan olmasaydı…” diye başlarız söze…

Hâşâ, Allah’ı kandıracağımızı sanırız!

Bir taraftan da severiz şeytanı, yüceltiriz. Neden mi? Çünkü onun varlığı bizim sorumluluğumuzu ortadan kaldırıyor da ondan!

***

Neden siyaseti de, ticareti de, ilişkilerimizi de dost-düşman ekseni üzerine bina ederiz?

Çünkü dostlarımız ve düşmanlarımız olmasaydı, nasıl pozisyon alırdık? Nerede duracağımıza, kimi seveceğimize (veya sevmeyeceğimize) nasıl karar verirdik, nasıl kimlik sahibi olurduk?

Nasıl motive olurduk dostlarımız ve düşmanlarımız olmasaydı?

Hayatın ne anlamı olurdu?

***

Bütün mesele, cesarette.

Yüreklilikle aynaya bakabilmekte, kendimizle yüzleşebilmekte.

Bunu yapacak cesaretimiz olsa, işler değişecek değişmesine de…

Olmuyor işte, yapamıyoruz.

Çünkü kendimizle yüzleşmek, hatalarımızı görmek ve belki bırakıp gitmek cesaret istiyor, bundan korkuyoruz.

Ya bizsiz olmayacağını düşünüyoruz (hatta buna inanıyoruz) ya da başaramadığımızın ortaya çıkmasından, “Başaramadı!” demelerinden acayip korkuyoruz.

Başaramamak ölümle eşdeğer, bir yokluk adeta…

Ve haliyle, ölmemek/yok olmamak için, gerekçe üretmekte, mazeret uydurmakta, o biçim ustalaşıyoruz ki sormayın gitsin.

***

Ve gelelim bizim meselemize, bizde huzur ve sağlık bırakmayan Trabzonspor’a.

Ayağına gelen şampiyonluğu elinin tersiyle, hem de birkaç kez iteceksin…

Kupa ısrarla “Ben Trabzonspor’un müzesinde olmak istiyorum!” diyecek.

Hatta, “Tek başıma, yarın ne olacağı belli olmayan bir takımın müzesinde olmak istemiyorum!” diye feryat edecek…

Ama sen bu sese kulaklarını tıkayacaksın, onu almamakta ısrar, hatta inat edeceksin...

Sonra da kalkıp, Erdoğan ailesinden Katar’a, Federasyondan MHK’ya uzanan bir dizi sorumlu arayışına gireceksin…

***

Biz böyleyiz de Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe farklı mı?

Değil elbette. Onlar da başarısız olunca aynı şeyleri yapmıyor mu?

Çünkü başarısızlığın sebepleriyle yüzleşmekten, camialarına hesap vermekten korkuyorlar, tıpkı bizim gibi…

***

80’li yıllarda maçlara gittiğimizde, maç başlardı, rakip defansa çekilirdi…

Trabzonspor sağdan Dobi Hasan’la, soldan İskender’le bindirir, ortalar yapılır, gol bulmaya çalışırdı…

Yarı sahasından bazen 15-20 dakika boyunca çıkamayan çok takım hatırlarım Avni Aker’de…

Fark yemeden maçı bitirmeye çalışan, hatta Trabzon’dan bir puan aldığı için şampiyon olmuş gibi sevinen, sahanın ortasında çığlıklar atan takımlar vardı…

Ama bu devran, hep böyle sürmedi elbette…

Sonra bizi sahamızda yenen ve bugün nerede olduğunu bilmediğimiz takımlar çıktı sahneye…

Artık isim de, forma da yetmiyor şampiyonluk için…

Büyük takımların, haliyle bizim de yaşadığımız sıkıntı bu…

Çünkü ilk safta İstanbul’un 3 büyük takımı, yanlarında bizim Trabzonspor, 4 büyük takım, aktör olacak…

Diğer takımlar ise şampiyonlukta yarışan bu takımların figüranı…

O devirler geçti, bitti…

***

Yanlış anlaşılmasın, Başakşehir’in durumu farklı, onu bir zamanların Eskişehirspor’uyla, Adanaspor’uyla, günümüzün Bursaspor’uyla, Sivasspor’uyla kesinlikle aynı kefeye koymuyorum…

Ama buna rağmen biz şampiyon olamaz mıydık?

Kesinlikle olurduk ama olamadık veya olmadık.

Peki bunun altında, ilerleyen günlerde şimdilerde ağızdan ağıza dolaşan komplolar, efsaneler çıkar mı? Onu bilemem, ama sanmam da…

Bildiğim, gördüğüm şey, meselenin, özünde bizimle ilgili olduğudur!

***

Yazıyı fıkrayla bağlayalım da meramımız net olarak anlaşılsın…

Nasreddin Hoca’nın evine hırsız girer, geçmiş olsun faslından sonra komşular Hoca’ya sitem eder tedbir almadığı için…

Hoca sonunda dayanamaz ve o bilinen cevabı verir: “Yahu komşular tamam haklısınız da, hırsızın hiç mi suçu yok!”

Olmaz olur mu, asıl suçlu hırsızdır!

Ama hırsızın işi çalmaktır, senin görevin ise tedbir almak…

Şimdi sen hırsızın varlığını bileceksin, tedbir almayacaksın, sonra da çıkıp hırsıza kızacaksın!

Maalesef atı (ç)alan Üsküdar’ı geçti!

İnşallah bu yaşananlardan ders alır, sorumluluklarımızla yüzleşir ve seneye aynı heyecanı yaşar ama sonunda da gülen taraf oluruz.

Problemi dışarıda değil de içeride arayan taraftarımızın sayısının arttığını görmek bu konuda bana ümit veriyor…

Trabzonspor camiası, eskisine göre, belki sadece bu konuda ilerleme sağladı ama küçümsenemeyecek bir ilerleme bu.

Başarıyı getirecek olan da bu ilerleme olabilir.

 

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
Henüz anket oluşturulmamış.
HABER ARA
YUKARI