1xbet betist supertotobet
istanbul escort istanbul escort bayan
konya escort
istanbul escort
https://home.gis.gov.gh/
Bugun...


Mustafa USTA

facebook-paylas
Ülkede Gerilimin Düşmesinden Kimler Rahatsız Oluyor?
Tarih: 24-03-2020 14:04:00 Güncelleme: 24-03-2020 14:36:00


Çok değil, daha bir ay bile olmadı.

Ülkeyi yönetenler ve yönetime talip olanlar, birbirlerine olmadık hakaretleri ediyordu:

‘Haysiyetsiz, onursuz, şerefsiz, alçak, hain!’

‘Asıl haysiyetsiz, onursuz, şerefsiz, alçak, hain sensin!’

Gerekçe neydi?

‘Sen, nasıl olur da benim izlediğim politikayı eleştirirsin?’

‘Sen nasıl olur da benim yaptığım eleştiriye tahammül etmezsin?’

Onun öncesinde ne vardı?

FETÖ üzerinden birbirlerini vatana ihanetle suçlamak:

‘Sen FETÖ’cüsün!’

‘Hayır, asıl FETÖ’cü sensin!’

Peki onun öncesinde ne vardı?

Kanal İstanbul tartışması.

İktidara göre asrın projesi, muhalefete göre rant ve talan projesi.

“Ölsek de bu projeyi yapacağız!”

“Ölsek de bunu size yaptırmayız!”

Peki daha öncesinde ne vardı?

Hatırlamıyorsunuz değil mi?

Ne de çabuk unuttunuz. Durun ben hatırlatayım:

Onun öncesinde iktidar ve muhalefet, el ele vermiş, Türkiye’de geniş toplumsal kesimlerin yararına birçok kanunu, birkaç torba yasayla Meclisten peş peşe geçirmişti.

Sonra da yaptıkları bu yüce hizmetin verdiği gönül huzuru ve rahatlığıyla, belki de ilk kez gerçek görevlerinin ne olduğunu idrak etmiş, vicdanları rahat bir şekilde yastığa başlarını koymuşlardı.

Sadece bu kadar mı? Değil elbette.

Yine Hükümet, kendisine oy versin vermesin, toplumun büyük kısmını dikkate alarak ‘kamu kaynaklarının kullanımını’ ve ‘üretilen zenginliğin paylaşılmasını’ adil bir şekilde düzenleme yolunda önemli ve kalıcı adımlar atmıştı.

Ve ülkenin özlediği o tablo ortaya çıkmıştı: İktidarı-muhalefeti, bundan sonra da ülkenin ve insanların iyiliği için birlikte çalışmaya söz vermiş, suni meseleler üzerinden gerilim çıkarmaktan vazgeçmiş, böylece ülkenin siyasi ve sosyal atmosferi de iyice rahatlamış, dış dünyada itibarımız o biçim yükselmişti.

Bütün bunları hatırlayamadınız değil mi?

Hatırlayamazsınız elbette, çünkü bunlar hiç yaşanmadı.

***

Bugün dünya önemli bir imtihandan geçiyor, ülkemiz de öyle.

Tabir-i caizse, insanlık, milletimiz can derdine düşmüş vaziyette.

Ve siyasetin o keskin dili, çatışmalar, kavgalar, (tam olmasa da) kesildi.

Acaba taraflar, savaş baltalarını geçici bir süre için mi yoksa sonsuza kadar mı gömdü?

İşte siyasetçilerin sustuğu, gerilimin nispeten azaldığı bu ortamda, birileri kısa süren bir şaşkınlığın ardından, düşen tansiyonu yeniden yükseltmek için kolları sıvadı.

Siyasetin tarafları medya üzerinden, taraftarları da sosyal medya üzerinden gerilimi yeniden yükseltmek için elinden geleni ardına koymuyor.

***

İktidarcı medyayla başlayalım.

Bu kanatta, yazar-çizer takımı, önce Koronavirüsle ilgili tedbir alınmasıyla ilgili çağrılarla dalga geçti, kanserden, sigaradan, vs. ölüm oranları üzerinden ‘endişeye gerek yok’ mesajı vermeye çalıştı.

Baktılar ki olmuyor, bu kez de Koronavirüsün (Siyonistlerin işi) biyolojik bir silah olduğunu yazıp çizmeye başladılar.

Yine olmayınca, virüs üzerinden asıl hedefin iktidar olduğunu ileri sürerek iktidarı temkinli olmaya, muhalefet karşısında ipleri gevşetmemeye davet ettiler.

O da fazla bir karşılık bulmayınca, bu kez virüs üzerinden süren tartışmayı, inanç boyutuna taşıyarak ‘karşı cephenin’ aslında ne kadar da ‘din ve inanç düşmanı’ olduğunu hatırlatmaya başladılar. Tarihe yolculuk yaparak beri tarafta safları sıkılaştırmaya soyundular.

Hatırlarsınız, bu fotoğrafı, Yenikapı sürecinde de görmüştük.

Peki neden? Çünkü biliyorlar ki, gerilim ve çatışma, ötekileştirme üzerinden elde edilen ve sürdürülen iktidar, gerilimin düşmesiyle ellerinden kayıp gidebilir.

Öyleyse yapılması gereken şey, düşen tansiyonu ve gerilimi yükseltmek olmalıdır. Öyle yaptılar, yapıyorlar.

***

Peki iktidar kanadı böyle de, iktidara karşıt cephede durum farklı mı? Değil elbette.

Bu cephe de, toplumun hassasiyetlerini ısrarla reddederek görmezden gelmekle ve haliyle karşı tarafın değirmenine su taşımakla meşgul.

Virüsün ağırlıklı olarak AK Parti seçmenini vurduğundan tutun da, uzaktan eğitimle ilgili videolardaki öğretmenin başörtüsüne kadar toplumu irrite edici açıklamalarda bulunuyorlar.

Tabii bir de ‘kadercilik ve bilim’ üzerinden yürüyen tartışma var.

Ve böylece klasik laiklik-irtica tartışmasını yeniden alevlendiriyorlar, bilinçaltında sıkışmış düşüncelerin dışavurumunu engelleyemiyorlar.

Bu cephenin korkusu ve böylesine sert çıkışlarının sebebi şu:

“Virüs ve haliyle ölüm korkusu dolayısıyla insanların daha fazla manevi unsurlara sığınması/ağırlık vermesi, acaba iktidar cenahında bir avantaja dönüşebilir mi?”

Birazcık bu ülkeyi tanısalar, kültürünü bilseler, hele de ölüm korkusunun böylesine yakın hissedildiği zamanlarda, manevi atmosferin yükseleceğini hesap eder, ağızlarından çıkan sözlere daha bir dikkat ederlerdi.

Fakat ‘gerçek bilginin sadece kendi katlarında olduğu’ vehminden bir türlü kurtulamayan bu cephe, bu tür davranışlarla toplumu gererken, bunun tamamen iktidarın işine yarayacağını da hesap edemiyor.

***

Bütün bu tartışmanın konusu ve hedefi; ‘iktidar’

Mevcut iktidar üzerinden ‘kendi iktidarlarını kuran çevreler’, gerilimin olmadığı bir durumda iktidarlarını kaybetme endişesi taşıyor.

Öteki grup ise, ‘kendilerinin kurduğu ve haliyle kendilerinin olan devletin’ giderek ellerinden uzaklaştığını görüyor ve bunu tersine çevirmeye çalışıyor.

Yani mesele ağırlıklı olarak ‘post meselesi’

Buna şaşırmamak lazım, çünkü tarih bunun örnekleriyle doludur.

Keskin iki örnek vermek istiyorum.

Bu gerilimi hep yüksekte tutmayı görev edinmiş yazarlardan Şevki Yılmaz, bir yazısında virüsün Siyonistlerin işi olduğunu söyledikten sonra şu cümleyi kuruyor:

“Sineğe yenilen Nemrutların ve suya garkolan Firavunların, Allah’ın gücü karşısında nasıl zelil ve rezil olduklarını unuttuk mu?”

Unutmadık elbette, fakat bu örnek bize başka bir gerçeği daha hatırlatıyor: “Nemrut ve Firavun kimdi? Yakın çevreleri kimlerden oluşuyordu?”

Her ikisi de ilahlık iddiasında bulunan iki hükümdardı. Fakat ilah olmadıklarını hem kendileri hem de yakın çevreleri çok iyi biliyordu. Peki, neden böyle bir iddiada bulunuyorlardı?

Çünkü o devirlerde en geçerli iktidar retoriği, ancak böyle kurulabilirdi. İlahların yönettiği bir sistemde vatandaşa düşen görev kul olmaktan başka ne olabilirdi?

Nemrudun da Firavunun da yakın çevresi, onlara “Sen ilah olamazsın, gel bu iddiandan vazgeç” demediler. Neden mi?

Çünkü ilahlık ekseninde kurulan bu düzen yıkılırsa, menfaatlerini kaybedeceklerini çok iyi biliyorlardı.

Nemrut ve Firavundan sonra, ilah krallar değil ama yarı ilahlar ortaya çıktı. Onlar da, yakınındakilerin yardımıyla, bir takım ilahi özellikleri olduğuna toplumu inandırıyordu.

Zaman geçtikçe bu iki teori pek kabul görmemeye başladı, bunun yerine ilah krallar değil ama ilahların gölgesi ya da ilahın yeryüzündeki temsilcisi krallar geldi.

Hepsinin temel gayesi, kurulan iktidarın yönetilenler tarafından sorgulanmaması için güçlü retorik üretmekten ibaretti. Bu düzenin ayakları ise elbette ki düzenden nasiplenenlerdi.

***

Osmanlıdan örnek verelim:

Ankara savaşında Timur’a yenilen Yıldırımın Bayezid’in oğulları Süleyman, Musa, İsa ve Mehmed, Fetret Devri denilen süreçte taht kavgasına tutuşmuştu.

Bütün şehzadelerin amacı başkent Bursa’yı ele geçirmek ve padişah olmaktı.

Peki şehzadeleri kışkırtan kimlerdi? Hocaları, lalaları, hülasa yakın çevreleri.

Amaçları neydi? Şehzadenin padişah olması durumunda, kendileri de üst düzey devlet görevlerine gelecekti.

Sonuçta, çok sayıda insanın hayatına mal olan bir süreç yaşandı.

***

İşte bugün de iktidar ile muhalefet arasında tansiyonun düşmesi, bu kavga ve çatışma ortamından beslenenleri rahatsız ediyor.

Zira yukarıda da söylediğim gibi çatışma ve gerilimle elde edilen ve elde tutulan iktidar, çatışmasızlık ortamında elden gidebilir.

Böylece bütün kazanımlar, belki bir daha kolay kolay geri gelmeyecek şekilde uçup gidebilir.

Diğer cephe açısından ise böylesi bir durum, bir zamanlar elden giden iktidarın bir daha geri gelmesini iyice zorlaştırabilir, hayal edilen kazanımlar, tatlı bir hayal olarak anılarda kalabilir.

Peki, nedir o kazanımlar? Yazı çok uzadı, dilerseniz onu da siz bulmaya çalışın.

***

Oysa bu musibeti bir fırsata çevirerek yaşanmış bütün olumsuzlukları bir daha yaşanmamak üzere geride bırakmak ve hep birlikte geleceğe bakmak güzel olmaz mıydı?

Olurdu elbette ama bunun için önce istemek ve bu yönde irade göstermek gerekir.

Tabii en çok da bu iradeyi göstereceklerin (siyasetçilerin), ‘padişahım çok yaşa’ diyerek gerçekleri görmelerini engelleyen çevreleri görmesi ve tedbir alması gerekir.

İşte asıl zor olan budur, çünkü alınacak tedbirler, bu çevreleri hemen yeni padişahlar arama yarışına sokar.

Ne diyelim, siyaset biraz da yönettiğiniz halk ile aranıza girenleri tespit ve ekarte edebilme becerisi gerektirir.

Son söz, bir musibet bin nasihatten evladır derler, öyledir ama anlayana tabii!

 

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
Henüz anket oluşturulmamış.
HABER ARA
YUKARI