Şimdinin moda cümlesi bu:
“AK Parti’yi bunlar bitirdi veya bitirecek!”
Tartışma Abdurrahman Dilipak ve söyledikleri üzerinden yürüyor ama asıl mesele çok daha derinde. Biz de o derindeki meseleye bakalım istiyoruz.
Çünkü bizim derdimiz olaylarla değil, kişilerle hiç değil. Biz olguların peşindeyiz.
Yani olayların ortaya çıkmasına, insanların ‘neden böyle davrandığına’ sebep olan olgular/fikirler…
Yani, görünenin ardındaki/arkasındaki görünmeyen gerçeklik, derdimiz budur.
* * *
Güncelden genele gidelim.
Kimdir bu AK Parti’yi bitirenler veya bitirecekler?
'İstanbul Sözleşmesi’ni savunan, fakat kendilerini muhafazakâr veya dindar olarak tanımlayan kadınlar.'
Elbette çoğunluğunu, AK Partili kadınlar oluşturuyor.
Peki bunlara kim, neden kızıyor?
* * *
Bunlara kızanlar (ve diğer kızanları da büyük oranda etkileyenler), kendilerini sadece AK Parti’nin değil, ülkenin de sahibi olarak görenler.
Çünkü onlara göre AK Parti, haliyle Erdoğan ve diğer yöneticiler de, aslında birer araçtır/vekildir.
Görevleri, yeryüzünde Allah’ın nizamını hâkim kılmak için çalışmaktır. Fakat burada asıl güç ve kudret, elbette ki meselenin manevi ayağını teşkil edenlerdedir.
Kimdir bunlar? Bunlar; cemaatlerdir, tarikatlardır, seyyidlerdir, şeriflerdir, alimlerdir, hoca efendilerdir,…
Ve ardından bunları (yani manevi iktidar sahiplerini) hakiki aktör/iktidar olarak görenler ve onların gösterdiği istikamette hareket edenler gelir. Bunlar da manevi iktidarın/otoritenin halkın arasındaki dilidir, ayağıdır, elidir, koludur…
Kimdir onlar? Onlar gazetecidir, yazardır, çizerdir, akademisyendir, siyasetçidir,…
Şimdi oldu mu ülkede iki iktidar!
Bir yanda ‘maddi iktidar’ (AK Parti/Erdoğan, parti yöneticileri) diğer yanda ise ‘manevi iktidar’ (cemaatler, tarikatlar, medreseler/cemaat önderleri, ulema, nesebi olarak seçilmişler, hoca efendiler) var.
Farkları ne?
Maddi iktidarı (AK Parti/Erdoğan) görüyoruz, tanıyoruz, biliyoruz. AK Parti, yetkiyi halktan aldı. Haliyle önce mer’i hukuka sonra da halka karşı sorumluluğu var.
Manevi iktidar ise görünmüyor, yetkiyi de Allah’tan aldığı için, sorumluluğu da sadece Allah’a karşı!
Peki bu iki iktidar arasında bir ast-üst ilişkisi var mı?
Olmaz mı? Manevi iktidar sahiplerine göre böyle bir soruyu sormak, düşünmek bile tehlikelidir, hatta günahtır. Üstün olan, elbette ki manevi iktidardır!
* * *
Bu manevi iktidar sahiplerinin temel görevi ise 'nasıl olması değil, daha çok nasıl olmaması gerektiğini' söylemektir.
Onlar daha çok ‘olmaz, yanlıştır, yasaktır, haramdır, günahtır, doğru değildir’ derler, ama nasıl olması gerektiğini söylemezler.
Çünkü fetva geleneğinden gelen bir alışkanlıktır bu. Dinde yeri var mıdır, yok mudur? Genellikle yoktur, çünkü insan kendi başına bırakılamayacak kadar nefsinin esiri olan ve hep kötüyü isteyen bir canlıdır. Haliyle kontrol edilmelidir, engellenmelidir!
Yöntem mi? Eski alimler ne demişlerse onlara bakarlar, eğer o konuyla ilgili bir şey dememişlerse, oldukça zorlanırlar. Çünkü kaynaklardan hüküm çıkarma/verme kabiliyetleri azdır ve çoğunlukla da hata yaparlar.
Mesela “Faiz haramdır!” derler ama günümüzün karmaşık ekonomik ilişkileri içinde ‘faizden kastın ne olduğu, neyin faiz olduğu, neye göre faiz olduğu, neyin faiz hükmünde olduğu’ gibi konularda tatmin edici bir şey söylemezler.
“Çare, İslâm ekonomisinde” derler ama onun ne olduğunu, teorik olarak ortaya koyamadıkları gibi, günümüzde nasıl uygulanacağını da hiç bilmezler.
Biz Müslümanlar da, toprağın altında büyük bir hazinenin sahibi olup da fakirlik içinde ömrünü tamamlayanlar gibi, bekleyip dururuz.
Ömür tükenir, nesiller gelir geçer ama hiçbir şey değişmez… Hazine bir türlü toprağın altından toprağın üstüne çıkıp da hayatımıza etki etmez. Ve belli bir süre sonra, arkadan gelen nesiller de, hazineyi anlatıp-duranların şahsı üzerinden, hazinenin varlığını sorgulamaya başlar. Ve bunu yaptıkları için de, ağır ithamlara maruz kalırlar? Ama buna sebep olanlar, kendilerini hiç sorgulamazlar!
* * *
Mesela İstanbul Sözleşmesi’ne karşıdırlar, olabilirler de, ben de savunmuyorum, ama bunlara “Neden karşısınız?” diye sorduğunuzda, tatminkâr bir cevap alamazsınız.
“Peki, yerine ne önerirsiniz?” diye sorduğunuzda, yine cevapları yoktur.
'İslâm derler, din derler, Peygamberimiz derler, ümmet derler ve sahabeden birkaç kadın ismi sayarlar', hepsi bu...
Derler demesine de, bunun, bu topluma nasıl tatbik edileceğine dair bir şey söylemezler, daha doğrusu söyleyemezler!
Çünkü söylemek için tarih, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, felsefe,…
Kur’an’ın hakiki manasını, Peygamberin söz davranışlarının ardındaki hikmeti…
Ve hepsinden önemlisi de, insanın yaratılışındaki sırrı/hikmeti bilmek gerekir.
Bunları bilmedikleri (veya eksik bildikleri) için, ‘neden’ ve ‘nasıl’ arasındaki farkı da, göremezler, bilemezler.
Toplumların nasıl değiştiğini, bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğini, bu değişim ve dönüşümün nasıl tekrar edip durduğunu, amillerin neler olduğunu, yani süreçleri, bilmezler…
Bilmezler, çünkü bütün bu olayların öznesi olan insanı, tanımazlar.
Temel sıkıntı da buradadır. İnsana dair konuşurlar, yazarlar, çizerler ama insanı tanımazlar!
Eğer bilselerdi, eğer insanı tanısalardı, İslâm âlemi bu derece büyük problemlerle boğuşup durur muydu? Hatta dünya, insanlık, bu krizleri yaşar mıydı?
* * *
Onlar, ‘Müslüman siyasetçilerin sırtındaki ağır yükler olarak’ karar verirler, kararlara etki ederler ama sorumluluk almazlar, ‘lâ yus’el oldukları için de’ onlara hesap sorulamaz.
Çünkü onlar, Allah adına hareket ederler, haliyle Allah adına hareket edenin yanılması mümkün olamayacağı için, varsa bir hata, uygulayıcılardadır.
Açık söyleyelim, eğer bir hata varsa, ülkeyi yöneten Erdoğan’dadır! Çünkü vekil/uygulayıcı O’dur.
Ama siyaseti (aslında politikayı) iyi bildikleri için, Erdoğan’ı yıpratmamak adına faturayı, ‘Erdoğan’ı yanıltanlara, aldatanlara’ keserler. Çünkü Erdoğan’ın yıpratılması, AK Parti’nin yıpratılması, AK Parti’nin yıpratılması da iktidarın sonu olabilir ki, bu en son görmek isteyecekleri şeydir!
Diğer yandan başarıları sahiplenirler. Mesela AK Parti iktidarında bir başarı varsa, görünürde Erdoğan’ın eseridir ama arka planda manevi iktidar sahipleri vardır. Onların duası, feraseti, rüyası, himmeti olmasaydı, Erdoğan bunları başarabilir miydi?
İnsan düşünmeden edemiyor: “İktidar bunca zorluk içinde iken neden çıkıp da yardım etmiyorlar? Mesela bugünkü ekonomik krizi çözmek için yardım etseler ya! AK Parti de, millet de rahatlasa! Yoksa iktidardan manevi desteğini çektiler de bizim haberimiz mi yok?”
* * *
Ve onlar, AK Parti iktidarına olan desteğin azalmasının sebebini, haliyle sorumlularını da buldular:
“İstanbul Sözleşmesini savunan kadınlar!”
Ama daha çok da, onların şahsında tecessüm eden/ettirilen, giyim kuşamından yaşam biçimine kadar, onların istediği gibi olmayan, davranmayan, düşünmeyen fakat kendini muhafazakâr olarak tanımlayan (veya dış görünüş itibarıyla öyle algılanan) kadınlar.
İşte varsa bir sorumlu, bunlardır!
E tamam. İyi, güzel. Sorumluyu buldunuz, peki şimdi ne olacak? Ne öneriyorsunuz?
Mesela sayın Cumhurbaşkanı, AK Partili siyasetçiler, danışmanlar ‘partilerine azalan desteği artırmak için’, çare arıyor. Problemi tespit edenler olarak sizin öneriniz nedir?
Böyle giyinen, böyle düşünen kadınlarla ilgili ne yapmak gerekir? Teşkilatlardan mı kovalım? Kendilerini farklı bir kimlikle tanımlamaları, bizden olmadıklarını söylemeleri için onlara baskı mı yapalım? Ne yapalım?
Cevap yok! “Biz problemi tespit ederiz, çözüm iktidarın meselesidir!”
Yani topu, maddi iktidara, Erdoğan’ın sırtına yüklerler ve geri çekilip olan-biteni izlerler.
Ama asıl bekledikleri, Erdoğan’ın talimatıyla AK Partili kadınların, ‘bunların istediği istikamette davranmasıdır’, elbette.
* * *
İyi de bu daracık pantolon, tayt giyen, fiziki hatlarını belli eden başörtülü kadınlar, sandıkta AK Parti’ye oy veriyor, Ramazan’da, Kurban’da ve diğer günlerde cemaatinize, tarikatınıza bağış yapıyor, kurban veriyor, zekât veriyor…
Az da değiller hani, öyle birkaç yüzbinle ifade edilemeyecek kadar da, çoklar.
Şimdi Erdoğan bir karar verse, bunun mutlaka bir maliyeti/bedeli olacak. Sizin dediğinizi yapsa, kadınların hassas olduğu bir konuda destek kaybedecek, yapmasa, sizin manevi desteğinizi kaybedecek!
Şimdi gel de, çık işin içinden!
Ne de olsa, sizin ortaya çıkacak sonuçla ilgili vereceğiniz bir hesap da, ödeyeceğiniz bir bedel de yok!
* * *
Gelelim sadede.
AK Parti ilanihaye iktidarda kalacak değil elbette. Günü gelecek, ömrünü tamamlayacak.
Ve gelecekte “Bunun sebebi nedir, AK Parti neden iktidardan düştü?” diye sorulduğunda, korkarım sebep olarak bu kadınları ve muhafazakâr kadının değişen-dönüşen hayatlarını gösterecekler.
Ama hiçbir zaman bu ve benzer durumların/sonuçların nasıl ve neden ortaya çıktığını merak etmeyecekler.
Böylece tarih tekerrür edip duracak…
Suç tarihte mi? Değil elbette.
Suç, Allah’ın insana en büyük nimetlerinden olan aklı ve o aklın en büyük özelliği düşünme gücünü harekete geçirmeyenlerde ve elbette ki bunun için gerekli olan ve Allah’ın ayrımsız bir şekilde kulları için yarattığı ilime/bilime talip olmayanlarda değil de kimdedir?
Bilim deyince ürktünüz tabi, peki öyleyse siz ilme talip olun, yeter!
* * *
Bereket versin, sayıları az olsa da, olan bitenin ve sorumluluklarının farkında olarak gereğini yapan din adamları, alimler/bilginler var da toplum hepten şirazesini kaybetmiyor.
Ama bunlar bir türlü etkin ve etkili olamıyor, üzücü olan da budur!