Siyasetçisinden yazarına, sanatçısından akademisyenine, pek çok kimse hep aynı cümleyi terennüm ediyor:
“Dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
İşin garibi iktidar partileri ve yandaşları da, muhalefet partileri ve yandaşları da, aynı cümleyi kuruyor:
“Dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
***
Peki ‘yeni dünya’ nasıl bir yer olacak? Bu yeni dünya, mevcut dünyadan daha mı iyi, yoksa daha mı kötü olacak? Cevap verebiliyorlar mı? Hayır.
Sadece, son günlerin modası aynı cümleyi tekrarlayıp duruyorlar:
“Dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
***
Salgın sonrasında (ki inşallah insanlık bu virüsten bir an evvel kurtulur) ‘yeni bir dünya kurulurken’ acaba ‘yeni bir Türkiye de’ kurulacak mı?
Bu yeni Türkiye’nin, eskisinden farkı ne olacak? Yeni Türkiye, eskisine göre daha mı iyi, yoksa daha mı kötü olacak? Kime göre? Bunlar da cevap bekleyen sorular.
Acaba bütün dünya, hatta kâinat değişirken, ‘bütün dünyaya örnek olan Türkiye’ değişmeden mi kalacak? Yoksa bu yeni dünyanın kurulmasında Türkiye, ‘avantgarde’ mı olacak?
Öyle ya, bütün bu soruların cevabını bilemezsek, eskisi ile yenisi arasında nasıl bir tercihte bulunacağız? Yeni Türkiye’yi, belki yeni dünyayı inşa edenlere, neye göre destek vereceğiz ya da buna mani olacağız?
“Biz yeni Türkiye’yi kurarken size sormayacağız” diyorsanız, mesele yok. Ama ‘bizsiz kurulan’ yeni Türkiye’nin yanında, bir de ‘bizim olan Türkiye’ aynı anda yaşamaya devam edecek.
***
Şimdi gelelim şu eski ve yeni meselesine.
Türkiye’de hemen her kesim, eskiyi kötüleyerek yeni bir Türkiye kurmaktan bahseder. Sıklıkla siyasetçilerin dillendirdiği bu yeni Türkiye’nin, bugüne kadar nerede ve nasıl kurulduğu, eskisinden farkını ne olduğu da, geniş toplum kesimleri açısından pek anlaşılamamıştır.
Sadece ‘eski, eski olduğu için kötüdür, yeni de, yeni olduğu için iyidir’, o kadar!
Ama gerçek şu ki, her yeni Türkiye kurulması teşebbüsünde, küçük azınlıklar bu yeninin tadını sonuna kadar almışlardır ve almaya da devam etmektedirler.
Yani ‘eskimeyen yeniler’ ile ‘yenilenemeyen eskilerin’ mücadelesi, yani ‘işini bilen küçük azınlıklar’ ile ‘bütün yükü çeken büyük çoğunluklar’ın mücadelesi, gecenin gündüzü, gündüzün geceyi kovaladığı gibi devr-i daim edip duruyor.
Yoksa bu ‘yeni’ söylemleri, virüs dolayısıyla ‘yaşanan kötü günlerin unutulması’ ve ‘umudun yüksek tutulması’ için geliştirilen klasik bir söylem midir? Neyse, biz konumuza devam edelim.
***
Evet, iktidarı da, muhalefeti de, yeni bir dünyadan, haliyle kaçınılmaz olarak da yeni bir Türkiye’den bahsediyor. Ama yukarıda da sorduğumuz soruların cevabını vermedikleri, belki veremedikleri için, onlar adına düşünüp yeni dünya ve yeni Türkiye’den ne anladıklarını ortaya koymak da bize kalıyor. Bugünkü yazımızda, meseleye iktidar cephesi açısından bakacağız.
Yerel Seçimler sonrasında yaşanan gerilim ve yüksek tansiyonun, virüsle mücadele sürecinde katlanarak artması ve mübarek Ramazan ayında bile hiç düşmemesi, virüs önlemlerinin gevşetilmesi ve sonrasında atılacak adımların da belirlendiği bugünlere bakıldığında, gelecekte yaşanacaklar mutedil vatandaşları ürkütüyor. Zira bugünlerde yaşananlar, sonu hiç de ‘hayra alamet’ olmayacak şeyler.
Haliyle AK Parti’nin ve destekçisi MHP’nin ve bu ortaklığı destekleyenlerin yeni Türkiye tasavvurları, bugünkü uygulamalara ve siyaset etme biçimlerine bakıldığında, toplumun büyük çoğunluğu tarafından arzu edilen bir Türkiye gibi durmuyor.
***
Mesela AK Parti, ‘dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylerken’, haliyle bunun Türkiye için de geçerli olacağını ima ediyor. Eylem ve söylemlerden, öyle anlaşılıyor.
Peki yeni Türkiye derken, eski Türkiye’den neyi anlıyorlar? 2002 öncesinin Türkiye’sini mi, yoksa 2002-2020 arasını da içine alan 1923-2020 arasının Türkiye’sini mi? Eğer 2002-2020 arası da eski Türkiye’ye dahil olursa, yeni Türkiye’nin de eskinin olumsuzluğu/başarısızlığı üzerinde kurulacağı ortada iken, bu durum bir başarısızlık ilanı olabilir mi?
Olamaz, zira AK Parti cephesinin yeni Türkiye söylemi için dayanak yaptığı eski Türkiye, 1923-2001 arasını kapsamaktadır. Haliyle AK Parti açısından bu manada bir sorun yoktur.
***
Evet. Yeni Türkiye söylemlerinin, AK Parti ve MHP’yi ve politikalarını desteklemeyen çevrelerde tedirginlik yarattığını söylemiştik.
Bilhassa MHP cephesinden gelen ve muhalefetin hareket/manevra alanını daraltmaya yönelik hamleler, bu endişeleri haklı çıkaracak mahiyette.
Ağzı kapatılan bir insanın, burnundan da nefes almasının engellenmesi gibi bir şey düşünün. Düşünebiliyor musunuz?
***
Muhalefet partilerine ve muhalif seslere/yayınlara yönelik adımlar, yayın durdurmalar, cezalar, sadece ülkenin tarihi ve sosyolojisi değil, siyaset biliminin de temel kurallarına aykırı olmakla kalmıyor, eşyanın tabiatına da ters olduğu için başarısız olmaya, açık ifadeyle ‘hedeflenen sonucun kesinlikle elde edilememesine’ mahkûm oluyor, olacak da.
Çünkü bu kuralları, seni, beni ve ‘bizim dışımızdaki her şeyi’ yaratan ve Kadir-i Mutlak olan Allah, böyle koymuş. Bu ezeli kanunu değiştirmek ise (inanan insanlar için) hangi makamı ve mevkii işgal ederse etsin, iki gün uykusuz kalmaya dayanamayan, sınırsız kâinatta zerre mesabesinde bile olmayan insanlara kalacak değil ya!
***
Dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus var; iktidar cephesinin, kendilerine muhalif olan kesimi, sadece muhalefet partilerinin yöneticileri ve destekçileri medyayla sınırlandırarak bunları destekleyen ve var eden milyonlarca insanı, yani halkın büyük kesimini yok sayma taktikleri.
Örneğin, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın ve MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin bir taraftan CHP’yi ağır eleştirilere tabi tutarken, diğer taraftan 83 milyona yönelik kucaklayıcı mesajlar vermesi gerçeğe uygun mu? Değil. Neden mi? Çünkü sadece CHP seçmenleri ve destekçilerini saysanız, minimum ülke nüfusunun 4’te 1’i, yani 20 milyon dolayında bir vatandaşa karşılık gelir.
Haliyle bu mesajların CHP seçmenlerini/destekçilerini de çıkararak 60 milyonu kucaklayan/hedefleyen mesajlar şeklinde verilmesi daha gerçekçi olmaz mı?
Sonra sadece CHP mi? Diğer muhalefet partilerini ve destekçilerini, onları var eden seçmenlerini saydığınızda sayı iyice artıyor ve yüzde 50’yi geçiyor. Peki bu durumda mesaj verirken, 40 milyon üzerinden mi hareket etmek gerekecek? Öyle ya. Sen benim desteklediğim partiyi, okuduğum gazeteyi, seyrettiğim televizyonu yok sayacaksın, sonra gelip beni kucaklayacaksın!
Demek ki bu 83 milyon söylemi, lafın gelişi. Haliyle desteklediği partisi, okuduğu gazetesi baskı altına alınmaya çalışılan halkın büyük kesimi, bu yeni Türkiye söyleminden tedirgin oluyorsa, haksız sayılmamalı.
Tersinden düşünelim. Millet İttifakı iktidarda, Cumhur İttifakı da muhalefette olsa idi. Bugün muhalefete yapılan, Cumhur İttifakına yapılsaydı, tutumları ne olurdu? Düşünebiliyor musunuz?
***
“Alıcısı olmayan malın, satıcısı da olmaz.”
Aynı zamanda bir ekonomi profesörü olan Bahçeli, bu temel iktisat kuralını en iyi bilenlerdendir. Buna rağmen, Meclisteki sayısal üstünlüğe istinaden muhalefetin manevra alanını daraltma ve bundan sonuç alma çabası içinde olması anlaşılabilir değildir.
Peki, muhalefet partileri etkisizleştirilir, muhalif yayınlar da susarsa, ülkede mesele kalmayacak mı?
Bütün bu partilere oy veren, bütün bu yayınları takip edenler, yani bu ülkenin minimum yüzde 50’si, daha açık söyleyelim, yaklaşık 50 milyon insan, ne yapacak?
Zihinlerini bulandıran bu muhalif yapılar/güçler olmayınca, insanlar sessiz sedasız hayatlarına dönecek, ‘hikmet-i hükümet’ devlet/siyaset meselelerine kafa yormayacaklar, öyle mi?
Yani işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, başta ekonomi olmak üzere her alandaki fırsat eşitsizlikleri, liyakat ve ehliyet, hak ve hürriyetler, hukuka/mahkemelere olan güvensizlik vb. konular/sorunlar, aslında gerçekte olmayan ve muhalefetin uydurduğu şeyler midir?
Bunlar dile getirilmezse, belleklerden de silinir ve bu yöndeki talepler de unutulur mu?
Yani satıcıyı/satışı engelleyince, talep de ortadan kalkar mı? İktidar cephesi böyle mi düşünüyor?
Eğer meseleye ‘Her arz, kendi talebini yaratır’ ve haliyle ‘arz engellenince, talep de ortadan kalkar’ düşüncesi üzerinden bakıyorsanız, unutmayın ki, ihtiyaçları ve talebi ortaya çıkaran koşullar değişmediği müddetçe, sadece şu kadarını söyleyeyim ki, arzın engellenmesi beklenen faydayı sağlamaz.
***
Oysa bu ülkenin insanı, muhalefetin manevra alanını daraltmaya yönelik hamleler yapan MHP kurmaylarından, bunun yerine temel problemlere çözüm üretmesini bekliyor. Mesela ne mi bekliyor, birkaçını söyleyelim:
- Mevcut ekonomik durgunluğun giderilmesi,
- İş piyasasının desteklenmesi ve yeni istihdam alanlarının açılması,
- Kaynakların verimli kullanılması,
- Ülkenin zenginliklerinden herkesin eşit ve adil bir pay almasının sağlanması,
- İnsan hak ve hürriyetlerin önündeki engellerin kaldırılması,
- Bürokraside liyakatin işletilmesi,
- Her alanda fırsat eşitliğinin sağlanması vb.
Ve hepsinden önemlisi, halk, ülkenin geçmişine olduğu gibi geleceğine de sahip çıkan bir siyasi hareketten, toplumsal yapının hiç olmadığı kadar zarar ve hasar gördüğü bu hassas dönemde, siyasetteki bu gerilimi, tansiyonu düşürmesini bekliyor.
MHP kurmayları, muhalefetin manevra alanını daraltacak varyasyonlar üretmek yerine bütün ülkenin, 83 milyonun temel problemleri ve beklentisi olan sorunların çözümüne yönelik varyasyonlar üretmeli, çözüm önerileri hazırlamalı ve bunları iktidar partisiyle, hatta kamuoyuyla paylaşmalıdır.
Misalen MHP cephesi, ekonominin bütün yükü sırtında olan Berat Albayrak’a, sürekli destek vermek yerine, bu konularda yardım etmelidir.
Albayrak’a, “Çok iyi taşıyorsun, sakın bırakma” demek mi, yoksa “Yoruluyorsun, bir el de biz atalım” demek mi daha doğrudur?
***
AK Parti ve MHP ele ele vererek, bu ve benzer temel problemlerin çözümüne yönelik adımlar atarsa ve ayrımsız olarak bütün halkın mutlu yaşamasını temin edecek politikalar üretirse, halk da bu talepleri karşılandığı için elbette yaklaşımlarını değiştirecektir.
Mesela işler yolunda giderken, muhalefet yapma veya muhalefete destek verme ihtiyacını duymayacaktır. Haliyle alıcısı olmadığı için satıcılar da artık satış yapamayacaktır. Hülasa, parti kapatmaya, partilerin ittifaklarını ve işbirliğini engellemeye, muhalif yayınları susturmaya gerek kalmayacaktır.
Haliyle sürekli dillendirdiğiniz ‘beka’ problemi de, insanı ‘baki’ kıldığınız müddetçe, ortadan kalkacaktır.
Yoksa siz bu halkın ferasetine güvenmiyor musunuz?
***
Bu ülkenin köklü bir siyasi partisi olan MHP’nin varlık sebebi, nihayetinde sadece bir partiyi iktidarda tutmaya indirgenmemelidir. Hedefi iktidara gelmek olan bir parti ise, bunu ancak muhalefette yapacağı çalışmalarla sağlayabilir.
Türk siyasetinde iktidardaki parti(ler), kendi dışındaki partilerin görüşlerine hiçbir zaman önem vermemiştir. MHP’nin bugünkü konumu biraz farklı olsa da, neticede yönetim yetkisi ve sorumluluğu AK Parti’de olduğuna ve AK Parti’nin de MHP’ye yaklaşımı son derece müspet olduğuna göre, bu büyük bir fırsattır.
Unutulmasın ki, yakın zamana kadar, MHP dışındaki partilere oy veren ülke seçmeninin ‘ikinci parti tercihi sıralamasında’ (yani mevcut partisine oy vermeseydi kime oy verirdi sorusuna verilen cevaplarda) MHP açık ara önde idi.
İşte tam da bu kritik süreçte MHP, AK Parti’yi sadece iktidarda tutmaya yönelik vereceği desteklerle değil, somut olarak yapacağı yardımlarla (önereceği somut politikalarla) seçmenlerin gözünde yeniden eski konumuna dönebilir ve güçlü bir iktidar alternatifi haline gelebilir.
Hem bunu yapmak MHP’nin bütün hedef ve değerleriyle de örtüşmekte, MHP seçmeninin büyük kısmı da bunu beklemektedir.
Ve unutulmamalıdır ki, seçmen oy verirken, ‘uyumlu siyasi partileri’ değil, ‘ülkenin, bizatihi kendisinin yaşadığı problemleri çözen, çözme iradesi gösteren partileri’ tercih etmektedir.
1999’da yaklaşık yüzde 18 oranında oy alan MHP, Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümetindeki en uyumlu parti idi ama 2002’de 1999’dakinin yarısı kadar da oy alamadı ve barajın altında kaldı.
Demek ki mesele ‘uyum ve destek’ değil, siyasi partilerin varlık sebebi olan ‘ülkeyi yönetmeye talip olma’ ve halkı da buna ‘ikna etme’ meselesidir. Halkın ikna olması için en uygun yol ise, “MHP bu işi yapabilir” fikrinin vatandaşın kafasında yer etmesine bağlıdır.
***
Bir sonraki yazımızda ise iktidar gibi farklı bir ‘yarın ve dünya’, ‘yeni bir Türkiye’ tasavvuru yapan muhalefet cephesinin durumunu değerlendireceğiz inşallah.
Herkese hayırlı bayramlar dilerim…