Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katıldığı bir televizyon programında Hürriyet Yazarı Abdülkadir Selvi’nin, “Şehir Hastaneleri konusunda muhalefetin sesi kesildi nasıl karşılıyorsunuz?” sorusuna, “Vallahi Abdülkadir Bey artık köşenden gereğini yapacaksın. Bak Ahmet (Hakan) Bey’e gereğini yapıyor” şeklinde cevap verdi.
Sayın Cumhurbaşkanımız Gazeteci Abdülkadir Selvi'ye, muhalefeti eleştirmesi için "Köşende gereğini yap" talimatını verdi ama anlaşılan o ki zaten gereğini yapıyormuş.. Bunu da CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun "Erdoğan haksızlık etmişsin Abdülkadir Selvi’ye. Arkadaşlarım saymış, son bir yılda Hürriyet Gazetesindeki köşesinde, hakkımda 168 yazı yazmış. Mahkemeden uzaklaştırma kararı mı çıkartsam diye düşündüm; gözü benden başka hiçbir şey görmüyor" ifadelerinden anlıyoruz.
Tabi meselenin ironi yönü bu…
Türkiye gazetecilik açısından gerçekten akıl almaz çirkinliklerin yaşandığı bir ülke halini aldı. Gazetecilik temel ilke ve değerleri ayaklar altına alınıyor. Bir siyasetçi, bir Cumhurbaşkanı gazetecilere gizliden haber yollamasını bıraktık; gazetedeki köşelerinde neyi yazıp, neyi yazmayacaklarını canlı yayınlarda televizyon programlarında söyleyebilir hale geldi. İnanılacak gibi değil gerçekten..
Gazetecilerin de elbette siyasi görüşleri olur, hatta siyasi görüşlerinin yansımalarını gazetedeki köşelerinde de kamuoyuna yansıtabilirler. Ancak siyasetçilerden canlı yayında talimat alarak, nasıl yazı yazılacağının ortaya konularak yazı yazmalarının istenmesi ve bunun sessiz kalınarak kabul edilmesi bambaşka bir gerçeğe işaret ediyor.
Abdülkadir Selvi dik duruşu olan, meslek etiğine sahip bir gazeteci olsaydı Sayın Cumhurbaşkanına şu cevabı vermeliydi: “Ben köşemde kendi siyasi görüşüm ekseninde yazılar kaleme alıyor, yorumlar yapıyorum. Ancak ne sizden ne de bir başka siyasetçiden talimat alarak köşe yazısı yazmam mümkün değildir Sayın Cumhurbaşkanım”
En azından hem Selvi, hem de Ahmet Hakan; nazik bir üslup içerisinde talimat üzerine köşe yazısı yazmayacaklarını, yazmadıklarını böyle bir cevap verip ortaya koyabilir; özgür, bağımsız, ilkeli bir gazeteci duruşu sergileyebilirlerdi.
Bunu yapmadılar ve saygınlıklarını büyük ölçüde bir anda yitirdiler bizce..
Vakti zamanında bu ülkede siyasetçiler, başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları gazeteciler tarafından en sert şekilde eleştirilir hatta dalga geçilecek tarzda karikatürleri bile çizilirdi. Politikacılar da yapılan eleştirilere aleni bir şekilde hakaret olmadığı müddetçe hoşgörüyle yaklaşır hatta bu gazetecileri onure ederdi. Ne yazık ki o günler çok gerilerde kaldı.
Abdülkadir Selvi ve Ahmet Hakan’ın canlı yayında düştüğü duruma yerel düzeyde gazetecilik yapan bir meslektaşları olarak üzüldük doğrusu..
Sonuç olarak şunu söylemek isteriz.. Bir gazeteci AK Parti’yi sevebilir, parti politikalarını benimseyebilir, köşe yazılarında, televizyon programlarında bu minvalde yorumlar da yapabilir. Ama bunu kendi özgür iradesi, kendi fikri ve inancı, kendi bilgi birikimi ve donanımının yansıması şeklinde, bu eksende yapar. Tüm ülkenin izlediği bir canlı yayının ortasında Cumhurbaşkanı da olsa bir siyasetçiden, “Köşende gereğini yap” talimatını aldıktan sonra dut yemiş bülbüle dönerseniz kusura bakmayın sizin gazeteci olarak ciddiye alınacak bir tarafınız da yok demektir. Bunun bizce başka bir anlamı yoktur.