Türkiye son birkaç gündür biri komşumuz İran’da biri Türkiye’de yaşanan iki olayı konuşuyor. Birbirinden kopuk ve alakasız gibi görünen bu iki mesele “Şeriat” ve “Laiklik” çerçevesinde tartışıldığı için ortak önemli noktalara dikkat çekiyor.
İran’da kadınlar başörtülerini çıkarıp yakarak, İran İslam Cumhuriyeti'nin baş dayanaklarından birini sarsıyorlar. Erkeklerin de onlara katılmasıyla, bu baskıcı Molla rejimine beraberce karşı koyuyorlar. İran’da kadınlar, ‘Belki insanları öldürebilirler, hapse atabilirler, ama bu öfkeyi bastıramazlar. Belki bizi öldürebilirler, ama fikrimizi öldüremezler' mesajları veriyorlar. İran’da sözde Şeriat rejimine karşı bunlar yaşanırken, Türkiye’de ise bir yurttaş, bir otobüs seyahat firmasından 'namaz molası' isteğinde bulunması sonrasında talebi reddedilince belli çevrelerce konu laiklik ekseninde tartışılmaya başlandı. Otobüs firması olayın ardından laiklik vurgusu yaparak anayasa maddelerini hatırlattı. Firma yaptığı açıklamada, “Sadece bir veya birkaç yolcu ibadet edecek diye ibadet etmeyen ve öngörülen zamanda varmak istediği noktaya ulaşmak isteyen diğer yolcuların, anayasal haklarını görmezden gelmesi şirket politikamız nedeniyle mümkün değildir” ifadelerine yer verdi.
İslam'ın, Allah'ın Şeriatının farklı renklere hayat hakkı tanıması, farklı yaşam tercihlerine saygı göstermesi İran gibi bir ülkede göz ardı edilince sonunda bu tür bir sonucun ortaya çıkması elbette kaçınılmazdı. Molla Rejiminin ahlak polisleri saçma bir şekilde kadınların saçlarının görünüp görünmemesi üzerinden baskıcı, bunaltıcı, insanların boğazını sıkan bir anlayışla hareket ederken, tersten benzer bir dayatmayı Türkiye'de hala birileri Laiklik ilkesi üzerinden yapmaya devam ediyor. Nasıl zorla Şeriat adına kadınların başörtüsü takmasını dayatmak, kadınları buna zorlamak bir zulümse, Laiklik ilkesinin arkasına sığınarak bir vatandaşın otobüsle seyahat ederken namaz kılmak istemesini de engellemek benzer bir zulüm örneği.. Nasıl kadınların başını zorla örttürmeye kalkmanın Şeriat ile bir alakası yoksa, otobüste seyahat ederken farz ibadeti yerine getirmek isteyen vatandaşa engel olmanın da Laiklik ile bir alakası yok. Allah'ın yapılmasını zorunlu kıldığı farzı yerine getiren bir müslümanın ibadeti nedeniyle; ibadet etmeyen insanların gidecekleri şehire 15 dakika geç gitmesinin laiklik ilkesiyle, anayasa maddeleriyle ne alakası var Allah aşkına!?
Geçelim...
Daha önceki yazılarımızda yer verdiğimiz Ali Bulaç'ın Din ve Siyaset isimli kitabından alıntıladığımız ifadeler nasıl bir toplumsal düzende yaşanılması gerektiğini ortaya koyuyor bizce..
O ifadeleri hatırlayalım:
"..Bizim önerdiğimiz Medine Sözleşmesi temelindeki İslami çoğulcu modelde temel çerçeve her bir sosyal blokun sözleşme esnasında kendi özgür iradesiyle seçtiği hukuk ilkelerine göre ve başkalarıyla bir arada yaşamayı kabul etmesidir. Burada öncelikle söz konusu olan, yekpare olarak halkın veya üniter tekil bir yapıda teşekkül eden bir ulusun değil, -çünkü bu model üniter devlet biçimine aykırı değildir- ama siyasal yapıda yer alan sosyal blokların kendi kendilerini tanımlamaları ve kendileri için geçerli olacak bir hukuk sistemini ortaya koymalarıdır. Bu, din özgürlüğü ve serbest tercih bakımından zorunludur, bu sayede belirsizlikler ortadan kalkar ve herkesin kendini bağlayan standartları tayin edilmiş olur. Model, 49'a karşı 51'in üstünlüğü ilkesini reddeder, ancak yerine 99'a karşı 1'in bütün temel hak ve özgürlüklerini korumayı üstlenir. Çünkü bir toplumun yüzde 99'u müslüman olsa ve bu müslümanların tümü, İslami kural ve telakkiye göre yaşamak istese bile -ki teorik olarak öyle olması gerekir- geri kalan yüzde 1'lik küçük azınlık -bu Hristiyan, Yahudi, ateist, ateşetapar, fetişist, yezidi, sosyalist, liberal vb. olabilir- İslami kural ve gereklere göre yaşamakla yükümlü tutulamazlar. Medine Vesikası ve sonraki dönemlerde bu metnin çoğulcu ve katılımcı ruhunu kısmen de olsa sürdüren 'zımmi hukuku' bunun somut tarihsel kanıtıdır..."
Böyle bir İslami toplumsal düzende isteyen başörtüsü takar, istemeyen takmaz, isteyen namaz kılar, istemeyen kılmaz. İsteyen İslami bir ekonomik ve hukuki sisteme göre hayatını düzenler istemeyen düzenlemez. Herkes Rabbine hesabı kendisi verecek nihayetinde… İsteyen kendi inancına göre ibadetlerini yapar, Allah'ın emir ve yasaklarına göre hayatını yaşar, istemeyen kendi inançsızlığıyla ömrünü tüketir. Kimse kimseyi bir şeyi yapmak için zorlamaz.
Sonuç olarak diyeceğimiz o ki Allah’ın Şeriatı, Rabbimizin hükümleri ile emir ve yasakları ve nihayetinde İslam zorbalıkla, baskıyla yaşanmaz, insanlara yaşatılamaz ! İran Mollaları önce bunun farkına varmalı.. Türkiye’deki laikler ise Şeriat düşmanlığı yaparak laiklik ilkesinin arkasına sığınıp Müslümanların ibadet etme özgürlüğünü elinden alacak noktalara savrulurlarsa bunun adı açık bir zulüm olur o kadar !